Yukarı Bakın!
Bir kuyruklu yıldız hızla dünyaya doğru yaklaşıyor ve bu hiç kimsenin umurunda olmuyor. Tıpkı iklim krizi gibi…
- PETER KALMUS
- 4 Ocak 2022

Don’t Look Up (Yukarı Bakma, 2021) filmi bir hiciv. Ancak insanları uyandırmak ve gezegenin yaşanamaz hale gelmesine meydan vermemek için elinden ne geliyorsa yapan bir iklim bilimci olarak, bu filmin toplumun iklim yıkımı karşısındaki korkutucu tepkisizliği hakkında şimdiye kadar gördüğüm en isabetli film olduğunu söyleyebilirim.
Yönetmenliğini Adam McKay’in yaptığı, senaryosunu ise David Sirota’nın yazdığı film, “gezegen katili” olarak adlandırılan ve sadece altı ay sonra dünyaya çarpacak bir kuyruklu yıldızı keşfeden astronomi doktora öğrencisi Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence) ve danışmanı Dr. Randall Mindy’nin (Leonardo DiCaprio) öyküsünü anlatıyor. Kuyruklu yıldızın dünyaya çarpma olasılığı yüzde 99,7, yani bilimde kesin sayılan hemen her şey kadar kesin.
Filmde bilim insanları bu bilgiyle yalnız kalıyor; toplum onları görmezden geliyor, söylediklerini değersizleştiriyor. Astronomların yaşadığı panik ve çaresizlik hissi, pek çok iklim bilimcinin yaşamakta olduğu panik ve çaresizlik hissini yansıtıyor. Filmin bir sahnesinde Mindy bir banyoda panik halinde; normalden daha hızlı ve derin nefes alıyor. Bir diğer sahnede ise Diabasky ulusal televizyon kanalında “Söylemek istediğimiz şeyi anlatamıyor muyuz? Hepimiz, yüzde 100 gebereceğiz!” diye haykırıyor. Bunlar bana yabancı gelmiyor. Bugün iklim bilimci olmak tam da böyle hissettiriyor.
İki astronoma, kuruklu yıldızın çarpma olasılığının teknik olarak yüzde 100 olmadığını duymaktan memnun olan ABD Başkanı ile (Meryl Streep) görüşmeleri için 20 dakika süre veriliyor. Başkan, seçim stratejisini gezegenin akıbetinden önemli görerek “oturup düşünmeye” karar veriyor. Bilim insanları o andan sonra her şeyi göze alarak, ulusal bir televizyon kanalında yayınlanan bir sabah programında konuşmayı deniyorlar. Uyarıları bir ünlünün ayrılık hikâyesinin gölgesinde kalıyor, program sunucuları tarafından önemsenmiyorlar.
Bu sırada Diabasky adlı kuyruklu yıldızın dünyaya çarpmasının an meselesi olduğu tüm dünyadan bilim insanları tarafından doğrulanıyor. Siyasi rüzgârların yönü değiştiğinde, Başkan kuyruklu yıldızın yönünü değiştirmek için harekete geçiyor, ama son dakikada fikrini değiştiriyor. Fikrini değiştirmesine milyarder bir bağışçının (Mark Rylance) kendi planını hayata geçirmeye zorlaması neden oluyor. Kuyruklu yıldızdaki kıymetli metallerle ilgilen milyarder bağışçının planıysa, test edilmemiş bir teknoloji kullanarak kuyruklu yıldızın yeryüzüne güvenli bir biçimde indirilmesini sağlamak. Bu arada bir spor dergisi kapağında “Son yakın. Super Bowl (Amerikan futbolu şampiyonluk maçı) oynanmayacak mı?” diye soruyor.
Don’t Look Up, insanlığın gezegen katili bir kuyruklu yıldıza ne tepki vereceğine dair bir film değil; insanlığın gezegen katili iklim yıkımına karşı nasıl tepki vereceğine dair bir film. Olağanüstü ölçüde net, her yanıyla ortaya konmuş ve daha da kötüye gitmekte olan iklim tehlikesine rağmen, Cumhuriyetçi Kongre üyelerinin yarısından fazlasının hâlâ iklim değişikliğinin bir aldatmaca olduğunu söylediği, bundan kat be kat fazlasının da bu konuda eyleme geçmeye engel olmayı arzuladığı bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplumda Demokrat Parti’nin resmi platformu fosil yakıt endüstrisine büyük sübvansiyonlar sağlamayı kutsal kabul etmeyi sürdürüyor; Başkan “özünde hiçbir şeyin değişmeyeceğini” vaat etmekte sakınca görmüyor; Beyaz Saray Sözcüsü ılımlı bir iklim planını dahi “yeşil düş ya da her neyse” olarak görüp önemsemiyor; COP26’daki en kalabalık heyeti fosil yakıt endüstrisi oluşturuyor ve Beyaz Saray, zirveden sonra Meksika Körfezi’nin devasa bir bölgesinde sondaj hakkını satıyor. İklim değişikliği “insanlığa varoluşsal bir tehdittir” diyen dünya liderlerinin eş zamanlı olarak fosil yakıt üretimini artırdığı; önde gelen gazetelerin fosil yakıt reklamlarına yer vermeyi sürdürdüğü ve iklim haberlerinin rutin bir biçimde spor haberlerinin gölgesinde kaldığı; girişimcilerin son derece riskli teknoloji çözümleri dayattığı ve milyarderlerin insanlığın Mars’a taşınabileceği gibi absürt fanteziler sattığı bir toplumda yaşıyoruz.
15 yıldır iklimin önemini vurgulamaya çalışan biri olarak, genelde halkın ve özelde de dünya liderlerinin, insanlık harekete geçmediği takdirde, iklim yıkımının ve ekolojik çöküşün ne derece hızlı, ciddi ve kalıcı olacağını önemsemedikleri sonucuna vardım. İnsanlığın, bugünün emisyon oranlarıyla küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için elindeki “karbon bütçesini” tüketmesine sadece beş yıl kalmış olabilir. Bu ısınma seviyesinin de bildiğimiz anlamda uygarlığımıza uygun olacağından emin değilim. Amazon yağmur ormanlarının ve büyük bir Antarktika buz tabakasının geri dönüşü olmayan kritik eşiğe gelmesine de sadece beş yıl kalmış olabilir.
Dünya sistemi artık müthiş bir hızla çöküyor. İklim bilimciler, iklim yıkımı onlarca yılda yavaş yavaş (gezegen söz konusu olduğunda yıldırım hızında, haber döngüsü söz konusu olduğundaysa buzullar kadar yavaş) ortaya çıktığı ve gökyüzündeki bir kuyruklu yıldız gibi doğrudan ve gözle görülebilir olmadığı için, Dont Look Up’taki astronomların yerine getirmeye çalıştığı kamusal iletişim görevinin yanında üstesinden gelmeleri çok daha zor bir görevle karşı karşıyalar.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Don’t Look Up’u önemsememek, filmden ziyade eleştirmen hakkında fikir verebilir. Film eğlenceli ama aynı zamanda da iklim bilimcilerin ve iklim aciliyetini tüm derinliği ile anlayanların yaşamlarının bir parçası haline gelen, kesin ve bir o kadar da acımasız bir gerçeği aktardığı için korkutucu. Yaygın normları kırmanın ne denli zor olduğunu komik bir şekilde ortaya seren bu filmin, gerçek hayatta da bu normların ayırdına varılmasını sağlamasını umarım.
Ayrıca Hollywood’un önemli iklim hikâyelerini nasıl anlatacağını öğrenmesini de umarım. Gerçekçi olmayan felaket senaryolarına, gerçekçi olmayan teknolojik çözümler sunarak, içinde bulunduğumuz büyük tehlikeyle aramıza konforumuz bozulmasın diye mesafe koyan hikâyeler yerine insanlığın, herkes yaklaşmakta olanın farkındayken toplu olarak harekete geçmemesinin absürtlüğünü vurgulayan hikâyelere ihtiyacı var.
İnsanlığın krizlere rasyonel olarak tepki verdiğini gösteren hikâyelere de ihtiyacımız var. Eyleme geçmeyi engelleyen şey teknoloji eksikliği değil. Bunun yerine, insanlığın fosil yakıt endüstrisiyle doğrudan yüzleşmesi, daha az enerji tüketilmesi gerektiğini kabul etmesi ve tam olarak acil durum moduna geçmesi gerekiyor. Böyle bir şey hayata geçirildiğinde, tabii geçirilirse, yaşayacağımız dayanışma ve rahatlama hissi türümüz için oyunun kurallarını değiştirecektir. Daha fazla gerçeğin ve daha iyi gerçeklerin bu sosyokültürel eşiğe varmamıza zemin hazırlaması mümkün değil, ama daha fazla hikâye ve daha iyi hikâyelerin bu zemini hazırlaması mümkün.
Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

PETER KALMUS
