Derdimiz de Dermanımız da Burası!

Genciyle yaşlısıyla bu toplum ‘başka çaresi olmadığından değil’, çareyi burada görmek istediğinden harekete geçmiş durumda. Çünkü burası tam da sevildiği için ‘dünyanın en güzel yeri’.
Yerli ve milli kavramlarının bu kadar çok kullanıldığı bir vasatta; topraktan suya coğrafyanın, kültürel mirasın ve insan kaynağının bu kadar kolay heba edilmesinin ironisini ne zamana kadar yaşayacağız? Bugünün sorusu da bu, geleceğin sorusu da…
Yukarıdaki cümleler “Potansiyeli Heba Etmek” başlıklı yazımdan. Aynı soruyu ‘beka’ kavramı için de sormak mümkün. Cumhur İttifakı beka kavramını dilinden düşürmüyor. Birlik ve beraberliğimiz beka meselesi, nüfusun yaşlanması, doğurganlığın düşmesi, gençler beka meselesi, su kaynaklarını korumak beka meselesi, en çok da iktidarın devamı beka meselesi!
Bir yandan da bu meselelerin hepsinde de kalıcılığın, varlığın devamının tam tersi politikalar, uygulamalar yapıyor. Bunu yaptığı için var olanı da tüketiyor potansiyeli de heba ediyor!
Birlik beraberlik söylemi dilden düşmüyor ama yurttaşlar arasına sürekli barikat döşeniyor; hukuki, ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler çoğaltılıyor. Yerli milli tanımlarıyla yeni makbullükler üretiliyor ve buna uymayanlar da düşmanlaştırılıyor.
Yel Değirmenleriyle Savaşmak
Su kaynaklarının korunmasının, verimli kullanılmasının milli güvenlik meselesi olduğu konuşmalarının yapıldığı günlerde İstanbul’un neredeyse son sulama ve tarım havzasına konut projeleri için dev şantiyeler kuruluyor. Daha önce de yazdığım gibi memleketin dört bir yanındaki ormanları, koruma altındaki alanı yapılaşmaya ya da birkaç yıllık getirisi olan madenlere açılıyor.
Ülkedeki ekonomik krizin en çok da aile kurumunu etkilediği görmezden gelinip, evliliklerin, doğurganlığın azalması ‘yaşam tarzı’ üzerinden değerlendirilip adeta Donkişot gibi hayali yel değirmenleriyle savaşılıyor. Oysa araştırmalarda giderek artan yoksullaşmanın bireylerin refah düzeyi kadar evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını da doğrudan etkilediğini görüyoruz. Panaroma’nın Mart ayındaki odak bölümünde katılımcılar aileyi doğrudan tehdit eden etkenlerin en başında ekonomiyi sayıyor. Yine aynı araştırmada katılımcıların yüzde 91’i ekonomik zorlukların evlilik kararını zorlaştırdığını belirtirken, çocuk sahibi olmanın maddi yük getirdiği görüşüne katılanların oranı yüzde 84. Gelir seviyesi arttıkça, ekonomik nedenlerin evlenmeme kararındaki etkisi azalsa da, düşük ve orta gelirli bireyler için evlilik büyük bir ekonomik yük olarak görülüyor. Yaş grupları incelendiğinde de ekonomik nedenlerle evlilik düşünmeyenlerin büyük çoğunluğunun gençler olduğu görülüyor.
Ekonomi tek sebep değil kuşkusuz. Yaşanan sosyolojik dönüşümün de etkileri var. Ancak aynı araştırmaya baktığımızda aile kurumunun oranlar arasında minik farklar olsa da farklı ideolojik, siyasi veya yaşam tarzlarındaki katılımcılar için önemli görülmesi. Durum böyleyken iktidar Aile Yılı’nı da yine yaşam tarzı üzerinden kutuplaşmalar oluşturarak sürdürmeyi tercih ediyor. Kendine yakın kanallarda aileyi, evliliği yozlaşmanın en uç örnekleriyle tartışılmasını sorun etmeyip diğer kanallardaki diziler veya dijital platformlardaki programları hedefe koyuyor.
Aidiyet Değil Eşitsizlik Sorun
Gelelim gençlere… 19 Mart’tan bu yana ülkenin dört bir yanında ‘kaderini tayin hakkını’ kullanmak için okullardan, meydanlardan taşan gençlere… Öğretmenlerini, geleceklerini okul bahçelerinde oyun tekerlemeleriyle savunan liseliler… Renkli çizimleriyle gelecek güzel günlere tercüman olan çocuklar… Beka meselesini insani güvenlik üzerinden değerlendirirsek üstüne titrememiz gereken geleceğimiz.
Gençler arasında fırsat olduğunda yurt dışına gitmek isteyenlerin oranı Türkiye Genel Sosyal Saha Araştırması (TGSS) verilerinde yüzde 65 olarak görülüyor. Yine aynı araştırmada aidiyet oranı ise yüzde 73’le burası. Bu da gösteriyor ki sorun, aidiyet eksikliği değil; olanak ve fırsat yetersizliği. Fırsat eşitliğini hissettiklerinde burada köklenmek istedikleri açıkça belli oluyor.
İstekleri bu ancak kendilerini bekleyen hayatla ilgili gelecek öngörülerine ise umutsuzluk ve kaygı hâkim. Gençlerin yüzde 41’i yaşlandıklarında rahat bir hayat süremeyeceklerini düşünüyor. Bu oran büyükşehirlerde ve kadınlarda daha yüksek. Gençlerin kaygıları arasında en çok öne çıkan konular, ekonomik belirsizlik ve iş bulma zorlukları, siyasi baskılar, ülkedeki siyasi daralma ve belirsizlik, barınma sorunu.
Son yıllarda birçok gençlik araştırması yapıldı. Bu araştırmaların ortaklaştığı konuların başında gençlerin eğitim, ekonomik farklılık ya da istihdamda olup olmamalarından bağımsız, ‘geleceksizlik’ ve ‘fırsat eşitsizliğini’ derinden hissetmeleri geliyor. Fırsat eşitliği; nitelikli eğitim başta olmak üzere temel hakları sağlayan sosyal devletle ama daha da önemlisi hukuki, ekonomik, sembolik eşitliklerle sağlanabilir. Gençlerin deneyimlediği ise bunların hepsinde eşit olmamak. Bütün bunların üzerine keyfi hukuk ve yargı mühendisliklerini gördüklerinde de şimdi harekete geçmezlerse güçlü aidiyetlerine rağmen memlekette köklenmekle ilgili son umutlarının da biteceğini hissettiler. Gençler için böyle de toplumun geri kalanı farklı mı? Onlar da gençlerle birlikte geleceğine, memleketin kalan son umuduna sahip çıkmak istiyor.
Vizontele’de belediye başkanı Nazmi’nin unutulmaz repliğinden ilhamla genciyle yaşlısıyla bu toplum ‘başka çaresi olmadığından değil’, çareyi burada görmek istediğinden harekete geçmiş durumda. Çünkü burası tam da sevildiği için ‘dünyanın en güzel yeri’.

EMİNE UÇAK ERDOĞAN
