İran-İsrail Çatışması: “Ölüm Gibi Bir Şey Oldu Ama Kimse Ölmedi”

İran ile İsrail arasındaki çatışma bir müsamere değil, gerçek bir bölgesel güç rekabeti ve şu an için vekil güçler üzerinden yürüyor. İran 13 Nisan’daki sınırlı saldırısıyla İsrail’e doğrudan bir mesaj gönderdi, daha fazlasını da yapabilirdi ancak maliyeti nedeniyle buna girişmedi.

iran israil savaşı

Tarihin en iyi kısa öykü yazarlarından biri olarak kabul edilen Rus edebiyatçı ve oyun yazarı Anton Pavloviç Çehov, tiyatro ve oyun kuramı üzerine yazdıklarıyla da ölümünden on yıllar sonra bile hafızalarda yer etmeyi sürdürüyor. Çehov’un şahsen çok beğendiğim ve realist uluslararası ilişkiler paradigması, güç-caydırıcılık-misilleme kavramları açısından da önemli bulduğum önemli bir sözü var: “Eğer birinci perde açıldığında duvarda bir tüfek asılıysa takip eden sahnede tüfek mutlaka patlamalı. Aksi takdirde oraya koymayın.”

 

1 Nisan 2024 günü İsrail’in Şam’daki İran Büyükelçiliği’ne bağlı konsolosluk binasına yaptığı saldırıda, İran politik/askeri sistemi içerisinde en kritik kurum olan Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) yurt dışı operasyonlarından sorumlu Kudüs Gücü’nün üst düzey komutanlarından Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahidi ve altı DMO mensubu subay öldürüldü. Suriye İç Savaşı’nın başladığı 2011’den beri öldürülen ilk İranlı general değil Zahedi, kuvvetle muhtemel sonuncusu da olmayacak. Esasen Zahedi’nin de bağlı olduğu General Kasım Süleymani’nin Ocak 2020’de Bağdat Havaalanı’nda öldürülmesinin ardından herhangi bir suikastın şaşırtıcı bir yanı da kalmadı. İran’ın buna misillemesi de bu suikastın ardından 13 Nisan’da geldi.

 

İsrail’in saldırısı ve İran’ın buna cevabi misillemesiyle -veya mesajıyla- ilgili bazı gözlem ve değerlendirmelerimi şu şekilde özetleyebilirim:

 

– İsrail’in birkaç gün önceki Şam saldırısının 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin açık bir ihlalini teşkil ettiğinde hiçbir tereddüt yok. Öte yandan İran’ın yurt dışındaki büyükelçilik ve konsolosluk binalarını ne ölçüde diplomatik amaçlarla kullandığı ve meselenin askeri/istihbari boyutu ayrı bir tartışma konusu. Ancak Sözleşme’yi açıkça ihlal eden bu tür bir saldırının, örneğin Batılı bir ülke temsilciliğine karşı yapılsa nasıl sonuçları olacağını düşünmek zor değil. Yine de fail İsrail olunca çifte standartlı tepkilerin ortaya çıkması da keza şaşırtıcı değil.

 

– Çehov’un “duvardaki silah”ı, 13 Nisan gecesi patladı, daha doğrusu patlamış gibi oldu, en azından sesi duyuldu: İran, birkaç yüz silahlı insansız hava aracıyla (SİHA) İsrail hedeflerine bir saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırıyı 72 saat öncesinden bölge ülkelerine (ve elbette ABD’ye de) resmî olarak haber vermişti Tahran, hatta saldırı yapılacak askeri üslerin isimlerinin dahi telaffuz edildiğine dair haberler var, dolayısıyla şaşırtıcı bir saldırı olmadı bu. İsrail topraklarına düşen birkaç önemsiz patlayıcı haricinde herhangi bir hasar oluşturmadı, ölü veya yaralanmayla sonuçlanan bir gelişme yaşanmadı. 

 

– İran tarafı açısından bu misilleme, yaşanan tırmanma içerisinde bir nevi zorunluluk haline gelmişti. Bilhassa Suriye İş Savaşı sürecinde Suriye’deki Devrim Muhafızları üsleri İsrail tarafından sürekli vurulan, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ve İslami Cihad gibi “Direniş Ekseni” olarak nitelendirilen mahalli müttefikleri ağır baskı altına alınan İran açısından, Suriye’de general seviyesindeki en üst düzey komutanlarının öldürülmesi ciddi bir psikolojik eşik yaratmıştı. 

 

– Bu çerçevede İran bu saldırıyı birkaç stratejik ve kritik nedenle gerçekleştirmek zorundaydı:

 

* İran sürekli tehdit edip sahada somut bir şey yap(a)mama trendini kırmak zorundaydı, aksi takdirde caydırıcılık ve prestiji ciddi yara alacaktı. Artık “stratejik sabır” olarak adlandırılan sürecin bir noktada “stratejik saldırı” boyutuna evrilmesi gerekiyordu, diğer türlü inandırıcılık açısından da sorunlar yaşanmaya başlayacaktı.

 

* Hem İsrail’e hem de onun en büyük hamisi konumundaki ABD’ye ciddi bir mesaj vermesi gerekiyordu, aksi takdirde bir süre sonra kendi topraklarında vurulması işten bile değildi (bu risk halen söz konusu). Bu saldırıda kendi nükleer tesisleri dâhil, pek çok askeri ve stratejik hedefi doğrudan tehdit altındaydı. Caydırıcı olunamaması halinde İsrail-ABD saldırılarının artarak sürmesi muhtemeldi (halen muhtemel).

 

* Tahran bu caydırıcılık ve “güçlü ve tehditleri bertaraf eden devlet” imajını hem Irak, Lübnan, Yemen, Filistin, Suriye gibi coğrafyalardaki yerel müttefiklerine vermek zorundaydı hem de ülke içinde sisteme/devrime inanmış geniş kitleler bu beklentiye girmiş/sokulmuştu.

 

* Ağır olmayan silahlarla yapılan bu saldırı hem İsrail’in hava savunma sistemlerini test etme hem de kendi yerli savunma sanayii ürünlerini gerçek bir saldırıda görücüye çıkarma açısından İran’a fırsat verdi. Sonuçlar Tahran’ın istediği ölçüde başarılı olmadıysa da -belki de amaçlanan başarılı olması değildi- Nisan 2024 karşılıklı saldırılar sarmalı, tarafların birbirini minderde tartması açısından farklı bir boyutun kapısının açıldığı bir süreç oldu.

 

***

 

Öte yandan, İran’ın bu saldırısı bazı çevrelerde “göstermelik saldırı, tiyatral çatışma” vb. tepkileri de beraberinde getirdi. Ancak bu eleştirilerin ilginç bir yönü var: Bölgede yüzbinlerce askerin dâhil olacağı kara savaşını kimse istemediğine göre, mesela binlerce ölüme yol açan hava bombardımanı mı bekliyordu bu çevreler ve böyle bir yüksek kayıplı çatışma olursa mı kriz daha gerçekçi olacaktı?

 

Bu bağlamda şüpheci ve konspiratif düşünmeye alışkın zihinlerin bu minvaldeki sözlerinin arka planında yatan temel düşünce, İran ile İsrail’in adeta bir danışıklı dövüş içinde oldukları ve birbirine yönelik gibi görünen her hamlelerinin müsamere mantığıyla izaha çalışılması. Bu noktada kafaları daha da karıştıracak şekilde, bu senaryolara ABD eski Başkanı Trump’ın Kasım 2023’te yaptığı bir açıklama daha da hız kazandırdı. İran Devrim Muhafızları komutanlarından Kasım Süleymani’nin Ocak 2020’de ABD tarafından öldürülmesinin ardından İranlı yetkililerin kendisiyle iletişime geçtiğini öne süren Trump, Tahran’ın, ABD üssüne düzenlediği bir saldırıyı önceden haber verdiğini öne sürmüştü

 

Esasen her iki ülkenin de birbirinin gücünün ve kapasitesinin farkında olduğu, doğrudan karşı karşıya gelmemeye çalıştığı aşikâr. Bu sebeple İsrail’in İran’a yıllardır kendi topraklarında doğrudan saldırmadığı (genelde vekil güçlere saldırılar ve Suriye sahasında bombalamalar vs.) açık bir realite. Keza İsrail’in yoğun bir ABD desteğiyle bölgede hareket etmesinin İran üzerinde caydırıcı olduğu ve (1980-88 İran-Irak Savaşı’nda görüldüğü gibi) kendi topraklarına doğrudan saldırılmadığı müddetçe açık bir sıcak çatışmaya girmediği de ortada.

 

Ancak bu temkin ve birbirinin gücünün farkında olma halinin örtülü bir işbirliği ve müsamere formunda sunulması, son derece yanlış ve yanıltıcı bir çerçeveye yol açıyor. Reel tehdit değerlendirmeleri ve bölge dengeleri açısından; İran açısından İsrail en büyük tehdit konumunda (nitekim Suriye yönetimi, Hamas, Hizbullah, İslami Cihad gibi vekil güçlerin en büyük hasmı da İsrail ve bunu kimse gizlemiyor). Benzer şekilde İsrail açısından da İran bölgedeki en önemli risk ve tehdit unsuru durumunda, nitekim uzak olmayan bir gelecekte Tel Aviv ile Tahran’ın sıcak bir çatışmaya girmesi de kimseyi şaşırtmamalı, zira iki taraf açısından da yekdiğeri varoluşsal tehdit oluşturuyor. 

 

Dolayısıyla şunu açıkça ifade etmekte bir beis yok: İran ile İsrail arasındaki çatışma bir müsamere değil, gerçek bir bölgesel güç rekabeti ve şu an için vekil güçler üzerinden yürüyor. İran 13 Nisan’daki sınırlı saldırısıyla İsrail’e doğrudan bir mesaj gönderdi, daha fazlasını da yapabilirdi ancak maliyeti nedeniyle buna girişmedi. Fakat bu bir tiyatro değil, üstelik bazı hamlelerin sembolik ve politik önemi, askeri öneminin çok daha önünde yer alabiliyor. İran-İsrail çatışmasının geleceği açısından 13 Nisan’daki İran saldırısı kuşkusuz önemli bir adımdı. Bunun tam teşekküllü bir savaşın fitilini ateşleyip ateşlemeyeceğini görmek içinse, önümüzdeki dönemde atılacak karşılıklı adımlarla birlikte bölgeyi daha yakından takip etmek gerekecek. 

 

Ve evet, “duvardaki silah” halen yerinde duruyor ve henüz beklendiği ölçüde patlamış değil.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.