Muhammed bin Selman’ın Yeni ‘Suudluluk’ Tahayyülü
Suudi Arabistan bir dönüm noktasında. Yeni Suudluluk tahayyülü, hem vatandaşlarına hem dünyaya farklı bir İslami modernlik yansıtıyor. Ancak bu kimlik politikasının tamamen mekanlar, resmi söylem gibi elit politikası üzerinden başarıya ulaşması beklenemez. MbS’in idealize ettiği Suudluluğun başarısı, Suud halkının bu yeni tarih, miras ve yaşam tarzı anlatılarını nasıl benimseyeceklerine bağlı olacak.
Suudi Arabistan 2017 yılından bu yana hem iç politikasında hem de bölgesel ve küresel çizgisinde eksen değiştiriyor. Bu durum her ülkenin dönem dönem yaşadığı şartlara uygun olarak manevra alanını genişletmek fikrini barındırsa da, Suudi Arabistan’da yaşanan veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın (MbS) ülkesi için idealize ettiği daha büyük bir dönüşümün parçası. Muhammed bin Selman’ın krallık için yeni ve vizyoner tahayyüllerini önceki yazıda özetlemiştim. Veliaht prensin adım adım krallığın küçük karar alıcı zümresine girişi ve ülkedeki belli güç odaklarını kendi etrafında yeniden oryante etme süreci de Muhammed bin Selman’ı anlamak yazı dizisinde detaylıca anlattığım bir husustu.
Bu yazıda ise, MbS’in reformları, ekonomi politikaları ve gayrimenkul projeleri ile şekillendirdiği yeni ‘Suudluluk’ tahayyülünü ele alacağım. Diğer bir deyişle, MbS’in vizyonu ve projeleri hangi ‘Suudlunun’ hayatını kapsıyor ve hangi ‘Suudluyu’ toplumun meşru parçası olarak görüyor soruları üzerinden veliaht prensin inşa etmeye çalıştığı projelerin mekansallık- kimlik ilişkisini tartışacağım.
Öncelikle şunun altını çizmek de fayda var ki, Krallığın 2030 vizyonu, Suudilere yeni yaşam biçimleri, turizm imkanları ve tarihi gerçeklikler sunuyor. Kadınlar özgürce araç kullanabiliyor, sinemalar onlarca yılın ardından açıldı ve uluslararası sanatçılar (Metallica dahil) Riyad’da sahne alıyor. Bu reformlarla bezenmiş parlak dönüşüm, hem kadınlar hem gençler için belli imkanlar sunsa da, bu yeni denklemde yaşayacak Suud kimliğinin kime ait olduğunu ve hangi koşullarda devam edebileceğini de sınırlandırıyor. Yani eskisi gibi siyasal İslam’la iç içe, Vahhabi doktrine sıkı sıkıya bağlı, rantiyer ekonomik sisteme dayalı hayatları olan Suudlular istenmiyor. Bu dramatik değişimin merkezinde, Vision 2030 ile sadece ekonomiyi çeşitlendirmeyi değil, aynı zamanda Suudi olmanın anlamını yeniden tanımlamayı hedefleyen Veliaht Prens Muhammed bin Selman yer alıyor.
Bu nedenle, odak noktası, MbS’nın vizyon kapsamında inşa edilmesini planladığı yapılar ve bu yapıların yeni kimlik algısı ile ilişkisi. Yeni turizm tesisleri, kültürel alanlar, konut projeleri, parklar, ticaret bölgeleri ve müzeler; ekonomik ve sosyal yasaları reforme etmek veya piyasaları petrole bağlı ekonomiden kurtarmanın ötesinde bir yeni kimlik inşası barındırıyor. NEOM, The Line ve tarihi Diriye’nin yeniden geliştirilmesi gibi yeni mega projeler, bu “yeni Suudluluk” tahayyülünü mekanlar üzerinden somutlaştırıyor. Öyle ki veliaht prensin ideasındaki yeni Suudluluk kozmopolit, modern, ileriye dönük ve kültürel olarak milli değerlerini dini Vahhabi kimliğinden daha birleştirici bir yerde görüyor. Her bir proje, siyasi otoritenin meşruiyetini genç nesiller nezdinde güçlendirmenin farklı yollarını deniyor.
Örneğin, daha evvel bütünüyle bakir kalmış ve toplumun muhafazakâr yapısı nedeniyle kullanılmamış Kızıl Deniz yeni bir turizm destinasyonu olarak sunuluyor. Lüks, aile ve çevreye duyarlı turizm kapsamında 2030 vizyonu içinde öne çıkarılıyor. Kızıldeniz etrafına yapılan tesisler ile Suudi Arabistan halkının ülke içi seyahatini arttırmak ve civar körfez ülkelerinden turist çekmek bir hedef. Ama asıl hedeflerden birisi umre ya da hac için Krallığa gelen küresel Müslümanların, sunulan bu yeni tesisleri de ziyaret etmesi. Umre öncesi Kızıldeniz’de aileye uygun, çevre dostu ve el değmemiş su altı rezervlerini keşfederek birkaç gün geçirilmesi teklifiyle yeni bir Suud turizmi pazarlanıyor. Vizyon metinlerinin ve tanıtım videolarının hali hazırda resmi söylem olan hac ve umre turizmi ifadelerine, lüks ve hicaz temalı deniz turizmi naratifinin eklemlendiğini görüyoruz. Bu yeni Suud turizmi kampanyasının, toplumun dünyanın başka yerlerinde karşıladığı modern ihtiyaçları temsil ettiğini ve Suudi Arabistan turizmini hac ve umre temasının ötesine taşımayı hedeflediğini söyleyebiliriz. Örneğin, eski zamanlarda orada yaşayan kavim lanetlendiği için Vahhabilerin gitmeyi tercih etmedikleri Al-Ula şehri de tamamen lüks çöl turizmi kapsamında yenilendi. Hem Kızıl Deniz’de hem Al-Ula’da küresel çapta bir reklam kampanyası yürütülerek Cristiano Ronaldo gibi ünlü sporcular ya da gezgin bloggerlar tesislere davet ediliyor.
Turizm tesislerine ek olarak, ‘her şey dahil’ yaşam alanları ve konut projeleri de 2030 vizyonunda öne çıkıyor. Yukarıda bahsi geçen iki örneğin aksine bu yeni inşaat projeleri doğrudan gündelik hayatı ve yaşam pratiğini etkileyen değişiklikler sunuyor. Suudi Arabistan vizyonunda kırka yakın inşaat projesi var ve bunların ona yakını konut projesi. Riyad’daki Murabba projesi gibi eskiden şehrin nabzının attığı alanları yenileyerek, ailelerin güvenli, modern ve çevresel olarak sürdürülebilir topluluklarda yaşayabileceği alanlar da pazarlanıyor. NEOM, Mukab ve the Line gibi daha fütüristik fakat yine çevreye duyarlı ve her şey dahil yaşam alanları da öne tasarlanmış. Tanıtım videolarında genç Suudlular spor yapıyorlar, aileler meydanlarda toplanıyorlar ve kadınlar kent alanlarında özgürce hareket ediyorlar. Bu görüntülerin, modern ve ılımlı, ancak kültürel olarak belirgin öğeleri koruyan yeni bir toplumu tasvir ettiğini söyleyebiliriz. Örneğin vizyon kapsamında inşa edilen yeni konut projeleri normalde Suudi halkının değil yabancı expatların yaşadığı sitelere benzer şekilde (compound house) ortak yürüyüş, spor ve park alanları barındıran, konforlu ama mütevazi bir hayat tarzını yansıtıyor. Bu sitelerden biri olan Sedra’nın tanıtım videosunda genç bir Suudlu çift adeta bir Netflix yaşamı içinde resmediliyor: mütevazi ve modern bir salon, erkek kadına kahve servis ediyor, koşu yapan komşularına selam veriyorlar ve kadın başörtülü değil.
Sedra, Warefa ve Alarous gibi konut projelerinin ev planlarına baktığımızda mekansallık üzerinden yeni Suud kimliğinin dönüşmesi beklenen yeni bir halinin görüyoruz. Örneğin hemen her konut projesi insanların yürümesinin önceleyen alanların reklamını yapıyor ki körfez kültüründe hem hava şartlarının hem toplumsal yapının etkisiyle mecbur kalınmadıkça yürümek bir alışkanlık değildir. Konutların reklamları yürünebilir alanlar, yürüme mesafesinde marketler ve parklar gibi ifadelerle Suud kimliğine eklemlenen bu yeni alışkanlığı vurguluyor. Ev planlarının çoğunda yalnızca bir hizmetçi odası var ve her sınırlı sayıda konutun hem hizmetçi hem şoför odası var. Genel olarak varlıklı Suud ailelerinde evin dışında ama eve entegre bir ufak müştemilatta evin hizmetçileri kalır. MbS’in öncüsü olduğu dinamik ve güçlü bir orta sınıf olarak resmedilen Suudlular batılılar gibi mütevazi fakat refah içinde bir hayat süren; sitelerde, diğer aileler ile aralarında uzun duvarlar ve siyah koruyucularla kaplanmış camları olmaksızın; daha az hizmetçi yardımıyla; daha modern ve topluma entegre bir hayat yaşamaya davet ediliyorlar. Yani yeni Suudlu tahayyülü, vizyonun mekanlar üzerinden halkını yönlendirdiği yeni bir yaşam tarzını işaret ediyor. Bu yeni yaşam tarzında Suudlular kalabalık büyük evlerde ve aşiretlerine ayrılmış özel mahallelerde değil, orta sınıf olmayı paylaştıkları ve çekirdek aile yapısına uygun olarak tasarlanmış mütevazi villalarda yaşıyorlar.
Bu yeni mekansallık politikasında Diriye şehri önemli bir yere sahip. Diriye unutulmuş bir şehir iken, vizyon kapsamındaki kültürel yenileme projesiyle Suudi Arabistan’ın milli tarihini temsil edecek şekilde yeniden inşa edildi. Al-Ula da benzer bir şekilde, Suudi Arabistan’ı kadim Nebati krallığını ve kültürü ile ilişkilendirilen tarihi bir turistik şehir ve kültürel miras noktası olarak inşa edildi. Her iki örnek de İslami kültürü değil, Suud topraklarının ev sahipliğini yaptığı etnik mirasları temsil ediyor. Diriye örneğine geri dönecek olursak, daha önce resmi söylem Krallığın doğuşunu Suudi ögelerden çok Vahhabi ögelerle ele aldığı için bu şehir tarihi bir alan olarak kullanılmıyordu. 2022 yılında yapılan bir değişiklikle, ülkenin kuruluş tarihi-Kuruluş Günü- Vahhabi din adamlarıyla ittifak yapılan 1744’ten, Suud ailesinin Diriye’de ilk resmi otoritesini kurduğu 1727’ye taşındı. Yani resmi tarih, Vahhabilerle anlaşmadan öncesini vurgulayan ve mikro Suud kimliğini, Necidiliği, önceleyen bir söyleme evirildi. Bu ince ama önemli değişiklik, devleti uzun süredir süregelen Vahhabi otoritesinden uzaklaştırıyor ve kraliyet ailesini meşruiyetin merkezine yerleştiriyor. Ders kitapları, ulusal gün kutlamaları ve resmi söylem bu güncellenmiş köken hikayesini pekiştiriyor. Bu nedenle, Diriye’nin vizyon çerçevesinde yenilenmesi, Suud ailesinin Krallığın temellerini attığı Necidi bir şehir olarak tarihi anlatının yeniden şekillendiği mekansallığı temsil ediyor.
Bu adımlar, Veliaht Prens’in yeni Suudi tahayyülünü destekleyen üç temel politikasıyla örtüşüyor. İlki, genç nüfusunun dönüşümünü ve petrol dışı ekonomik çeşitlendirme ihtiyacını kabul etmek. Suud toplumunun, %63’ü 30 yaşın altında ve %100’ünün internet erişimi var. Veliaht prens, toplumun ne olduğunu ve nereye kadar nasıl esneyebileceğini biliyor çünkü ülkesi dışında yaşamamış ve okumamış bir lider olarak genç nüfusunun ihtiyaçlarının farkında. İkinci olarak, veliaht prensin siyasi rolünü artırmaya başladığı 2017 yılından bu yana temel politikası yetkisini kurumsallaştırmak. Adım adım veliaht prens olarak atanması ve kanuni bir değişiklik yaparak 2022’de de başbakan olarak atanması bu kurumsallaşma adımlarının örneği. Yani MbS yeni Suud kimliğini inşa edecek resmi otorite olarak, önündeki potansiyel engelleri kaldırıyor. Bu iki adımın sonucunda, MbS üçüncü bir hamle olarak yukarıda örneklerini verdiğimiz mekânsal ve söylemsel politikalarla yeni bir Suudluluk tanımlıyor. Monarşinin gücünü ve etkisini güçlendirirken bir ‘Suud ulusalcılığı’ inşaa ediyor. Vizyon belgesi kapsamında inşa edilen yeni mekanlar da bu politikaları halkın gündelik hayatını etkileyecek ve alt amacı tetikleyecek şekilde somutlaştırıyor.
Mekânsallıkla Suud kimliğinin yeniden düzenlenmesi elbette zorluklardan muaf değil. NEOM gibi mega projeler, yerel geleneklerden kopuk tarihi restorasyonlar ve ya aşiretlerin yerinden edildiği konut projeleri tepki topluyor. Turizm ve gayrimenkulün petrol gelirlerinin yerini gerçekçi bir payda alıp alamayacağı hâlâ belirsiz bir durum. Genç Suudlular bu politikaların ana hedef kitlesi olsalar da, özenle oluşturulmuş modern ve ölçülü imajın onların otantiklik ve özerklik arzularıyla ne ölçüde örtüşeceği de henüz net değil.
Yine de, bu değişimleri yalnızca yenilenmiş bir otoriterlik perspektifiyle görmek hata olur. Bu adımlar, aynı zamanda monarşinin dönüşen bir toplumda yeni toplumsal gerçekliklere uyum sağlama çabasını da yansıtıyor. Çünkü Suudi Arabistan’ın halkının yönetim biçimini değiştirmek gibi bir arzusu var mı sorusunun elle tutulur bir cevabı yok. Genel olarak görüştüğümüz insanlar halihazırdaki sistem içinde hakların iyileştirildiği ve reformun katiyetle uygulandığı şeffaf bir sistem arayışında. Kadınların iş gücüne katılımı rekor seviyelere ulaştı, toplum üzerinde dini denetim azaltıldı ve kamu hayatı on yıl öncesine kıyasla çok daha açık. Bu reformlar, siyasi özgürlüklerdeki devam eden sınırlamalara rağmen anlamlı birer toplumsal girişim olarak yorumlanabilir.
Sonuç olarak, Suudi Arabistan bir dönüm noktasında. Yeni Suudluluk tahayyülü, hem vatandaşlarına hem dünyaya farklı bir İslami modernlik yansıtıyor. Ancak bu kimlik politikasının tamamen mekanlar, resmi söylem gibi elit politikası üzerinden başarıya ulaşması beklenemez. MbS’in idealize ettiği Suudluluğun başarısı, Suud halkının bu yeni tarih, miras ve yaşam tarzı anlatılarını nasıl benimseyeceklerine bağlı olacak.
BETÜL DOĞAN AKKAŞ