NATO Formunu Kaybetti ve Eskidi
Blokun hantal yapısı ve önemli üyeleri ile ilgili meseleler göz önünde bulundurulduğunda, NATO’nun Soğuk Savaş dönemindeki istikrarlı çevikliğine ve etkililik seviyesine dönmesine dair beklentileri azaltmak akıllıca olabilir. İttifak için daha gerçekçi bir vizyon, onu, ittifakın en becerikli ve tehditlerin farkında olan üyelerinin istekle koalisyonlar oluşturması için bir çerçeve gibi ele almak olacaktır.
NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti mi yoksa kafası çalışmaya mı başladı? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, üç yıl kadar önce NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği teşhisini koymuştu. Retorik bir yana, o zamanlar bu konuya dikkat çekmekte haklıydı. Avrupa’nın stratejik düşünce noksanlığının, Donald Trump yönetimindeki ABD politikasının öngörülemezliğiyle birleşimi Soğuk Savaş dönemi ittifakının ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğu anlamına geliyordu.
Şu aralar tüm görüşmelerde NATO’nun canlandırılması ve yeniden güç kazanması konuşuluyor. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı, blokun asıl misyonu olan bölge savunmasının farklı bir bağlamda acilen yeniden ele alınmasını gerekli kıldı. NATO üyeleri, Ukrayna’ya silah temin etmek, Rusya’nın oluşturduğu tehdidi yeniden değerlendirmek, savunma bütçelerini artırmak ve ittifakın doğu sınırının güvenliğini desteklemek gibi yeni bir amaç birliği bulmuş gibi görünüyor. Ancak Litvanya Dışişleri Bakanı Gabrielius Landsbergis’in deyişiyle bu “balayı” kısa sürdü. Savaş uzadıkça gerilimler yüzeye çıkıyor ve ittifak hâlâ sallantıda.
NATO’nun uzun bir yol katettiği doğru. Sadece 14 yıl önce, ittifakın gizli tehdit değerlendirme organı MC 161’nin siyasi efendileri, bu birimin senaryolarına Rusya’dan herhangi bir askeri tehlikenin gelebileceğini dahil etmesini dahi yasaklamıştı. Bu baskı sadece Rusya’yı kucaklayan ülke olarak nam salan Almanya gibi ülkelerden değil, Doğu-Batı ilişkilerini dostane tutmaya hevesli ABD’den de geliyordu. Sağduyu Kremlin’in bir düşman değil, partner olduğunda üsteliyordu. Sonuç olarak, NATO’nun en savunmasız üyeleri, yani Polonya ve Baltık ülkelerinden Estonya, Letonya ve Litvanya ikinci sınıf müttefikler olarak kaldılar. Blokta yer alıyorlardı, ama sadece kâğıt üzerinde. Sahalarında önemli dış güçler bulunmuyordu ve ittifak olası bir saldırıya uğramaları durumunda onları güçlendirmeye ve hatta savunmaya yönelik bir acil durum planı yapmaktan özellikle kaçınıyordu. Polonya böyle bir plan yapılması talebinde bulunmuş, kendisine ülkeyi Rusya’dan değil Belarus’tan gelecek bir saldırıya karşı savunmaya hazır olunabileceği söylenmişti.
Rusya’nın 2014’te Ukrayna’ya karşı ilk saldırısından bu yana NATO planları ve mevzilenmesi çok daha ciddi bir hal aldı. Bu üç Baltık devletinde 1000 kişilik küçük kuvvetler ve Polonya’da da daha büyük bir ABD gücü konuşlandı. Şubat ayında işgal başladığından bu yana burada bulunan kuvvetler de hızla artıyor. Ayrıca, Avrupa’nın en gelişmiş küçük askeri güçlerinden ikisi, Finlandiya ve İsveç, ittifakın kapısını çalıp duruyor. Türkiye’den gelen itirazların giderileceği farz edilirse, bu iki ülke yıl sonuna kadar NATO’ya girmiş olur. Bu da esas itibarıyla kuzeydoğu Avrupa’nın askeri coğrafyasını değiştirir.
Üyeler Arası Anlaşmazlıklar
Yine de üyeler arasındaki anlaşmazlıkların artıyor olması çok daha önemli. Trump’ın geniş alanda yer bulan NATO hoşnutsuzluğu, kısmen, Avrupa üyelerinin gücünün yettiğinden daha az harcıyor olmasına dayanıyordu. Bezgin ABD lideri Alman mevkidaşı Şansölye Angela Merkel’e bir yasa tasarısı sunmaya bile çalıştı. Artık ittifakta savunma harcamaları artıyor. Bu, özellikle de ABD’nin Avrupa güvenliğine iştiraki Ukrayna’daki savaşla desteklendiği için, NATO’nun Washington’da daha kolay kabul görmesini sağlıyor.
Ağırdan almasıyla ünlenen Almanya, birdenbire yıkık dökük silahlı güçlerine (dönemeyen tanklar, denize inemeyen gemiler ve silah yerine süpürge sapıyla talim yapan askerler) epeyce para harcamaya başladı. NATO’nun 2006’da belirlenen ve daha sonra da büyük ölçüde göz ardı edilen GSYİH’nın yüzde 2’sinin savunma harcamasına ayrılması koşulunu yerine getirmeye yanaştı. Savunma harcamalarında büyük bir artış yapacağını duyuran ülkelerden sonuncusu olan İspanya ise halihazırda GSYİH’nın yüzde 1’inde kaldı. Başbakan 2024’e kadar bu rakamın ikiye katlanacağını açıkladı ki bu durum ay sonlarında İspanya’nın başkentinde yapılacak NATO zirvesine hoş bir zemin hazırlıyor.
Yine de biraz daha yakından bakıldığında tablo pembe olmaktan uzak. Rusya’nın savaşı başladığından bu yana açık bir amaç birliği içinde olmasına rağmen, NATO formunu kaybetmiş ve eskimiş görünüyor. Zirve yaklaşırken, müttefikler, ittifakın izleyen yıllardaki misyonunun çerçevesini belirleyecek ve Madrid’te açıklanacak yeni stratejik konseptlerinde dil konusunda öfkeli bir tartışma yürütüyorlar. NATO Rusya hakkında ne söyleyecek? Çin hakkında ne diyecek? Üye devletlerin gerçekten kabul etmeye gönüllü olduğu fedakârlıklar ve riskler neler? Karar almayı kolaylaştırmak için egemenliği bir merkezde toplamayı istiyorlar mı?
Son haftalarda hiçbir şey bu sorulara net cevaplar geleceğini göstermiyor. Başlangıç olarak, 30 üyeli bir ittifakı yönetmek zor. Askeri anlamda yalnızca işe yarayan üyeler (hepsinden önce de ABD) önemli ama siyasal anlamda küçük olan Lüksemburg ve İzlanda’nın bile sözü geçiyor. Daha kötüsü siyasi ayrımlar oldukça büyük. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığındaki Türkiye, Rusya ile flört eden yarı otoriter bir ülke ve Avrupa’nın insan hakları üzerinden işine karışılmasına öfkeli. Başbakan Viktor Orban yönetimindeki Macaristan, servet ve gücü yeni bir iç kontrol sisteminde bir araya getirerek ve ABD ve Avrupa’nın Rusya ve Çin’e baskı oluşturma girişimlerini baltalayarak farklı ama kötüye doğru bir yol izliyor. Macron’un amansız duruşu ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un meseleyi ağırdan alması, sürekli olarak engeller yaratıyor ve dikkatleri dağıtıyor. Bu iki liderin savaş başladığından bu yana olağanüstü bir biçimde sergilediği zayıflık, dili de zenginleştirdi: Scholzen, “telaşlanma”ya karşılık bir Almanca bir yeni adlandırmayken, Lehçe makronic (ve Ukraynacadaki eşanlamlısı) kabaca “hiçbir şey yapmıyorken anlamsız gösteriler yapmak” olarak çevrilebilir.
Macron ve Scholz, zaaflarıyla karar verme sürecine zarar veriyor ve böylece ittifakın güvenilirliği ve uyumu konusunda önemli sorulara neden oluyor. Rusya’dan gelecek herhangi bir tehdit veya provokasyonun açık veya uygun bir zamanlaması olması pek mümkün değil. Büyük olasılıkla, bir Rus insansız hava aracının “kazara” cephe hattı toprağına girmesi ve bir hedefi vurması gibi kasıtlı olarak muğlak bir şeyler olacak. Bazı ülkeler buna sert bir karşılık verilmesinden yana olacak, diğerleri gerginliğin tırmanmasından endişe edecek ve diyalog isteyecek. Diğerleri yine de muğlaklığı bu konuda hiçbir şey yapmamanın bahanesi olarak alacak. Kuzey Atlantik Konseyi’nin 30 (yakında 32’ye ulaşacak) ülke temsilcileri, yani ittifakın istişari organı gerçekten nasıl tepki verileceği konusunda hızlı ve sağlam bir karar verecek mi? Bazılarının erteleme, diplomasi ve uzlaşma dilemesi daha mümkün. Gerçekte saldırı ihtimaliyle karşı karşıya olanlar çok daha şahinleşecek ve keskin bir askeri çatışmayı küçücük bir Rusya zaferine tercih edecektir. Baltık devletlerinden üst düzey askeri bir figür ismini vermeden “Ne bir karış toprak ne bir kişi” demişti. “Ukrayna’da ne yaptıklarını gördük.”
Askeri Zaaflar
Siyasi zaaflar askeri zaaflarla eşleşiyor. İttifaktaki en önemli ülke açık ara farkla ABD. ABD’nin Avrupa’ya verdiği güvenlik garantisi -herhangi bir saldırıya konvansiyonel ve gerektiğinde nükleer yanıt verme tehdidiyle birlikte- ittifakın mihenk taşı. “Hepimiz birimiz ve birimiz hepimiz için” kulağa iyi geliyor, ancak Kremlin’de kimsenin İspanya, Almanya ya da Kanada’nın hoşnutsuzluğu karşısında dizlerinin bağı çözülmeyecek. Yine de bunun sonucu, mühimmat ve (Avrupa ülkelerinde stoklarının çok zayıf olduğu bilinen) yedek parçalardan uzun mesafelerde kuvvetlerin hızlı ve etkili bir biçimde hareket etmesini sağlayan askeri nakliye araçlarına kadar, ABD’nin yeteneklerine muazzam bir biçimde bağımlılık. Avrupa’nın yeni savunma harcama planları hayata geçirilse bile bunlar, sadece ABD silahlı kuvvetlerinin bölgeyi Rusya gibi bir ülkeye karşı savunmak için gereken ölçekte ve hızda hareket edebileceği gerçeğini değiştirmeyecek.
Buna karşın, savunmaya en çok ihtiyaç duyan ülkelerse (Estonya, Letonya ve Litvanya) en azından buna katlanabilecektir. Kendilerinin karşılayamayacağı ileri silahlara, özellikle de hava ve füze savunmasına ihtiyaç duyuyorlar. Polonya-Litvanya sınırı boyunca uzanan ve Suwalki Koridoru olarak anılan bölgenin daraldığı yer, Ukrayna’ya saldırmasından itibaren Rusya’nın askeri yığınağı artırdığı Kaliningrad bölgesinden ve Belarus’tan gelecek saldırılara karşı özellikle savunmasız. Polonya ve Litvanya, bu stratejik kilit noktayı korumak için büyük bir ABD askeri varlığı (kalıcı bir üs ya da kalıcı bir kuvvet rotasyonu) istiyor.
Yine de NATO’nun komuta yapıları ve planlaması, ABD ile Avrupa arasındaki güç dengesizliğini tam olarak yansıtmiyor. Avrupalı müttefiklerin az çok eşit ortaklar olduğu kurgusuna güveniyorlar. Hafif askeri araçların bile kulağa önemli gelen işlere ve tesislere sahip olması gerekir, bu da Kuzey Atlantik Konseyi’ni aynı masayı paylaşan bir parlamentonun askeri versiyonu yapar.
Sonuçta ortaya çıkan komuta yapısı darmadağın bir spagetti yığını gibi. Sadece Baltık bölgesinde bile NATO’nun Letonya ve Danimarka arasında bölünmüş bir tümen karargâhı, Polonya’da başka bir tümen karargâhı ve Polonya’da farklı bir yerde de bir kolordu karargâhı olmak üzere birkaç çokuluslu merkezi bulunuyor. Avrupa’nın savunmasının genel sorumluluğu, İtalya’nın Napoli kentinde, Hollanda’da Brunssum’da ve Virjinya’da Norfolk’ta bulunan üç Müttefik Müşterek Kuvvet Komutanlığı karargâhı arasında paylaştırılmış durumda. Ancak Avrupa’daki en üst düzey ABD’li askeri komutan olan Hava Kuvvetleri Orgenerali Tod Wolters, Belçika’nın Mons kentinde bulunan Avrupa Müttefik Harekât Komutanlığı’nda bulunuyor. Baltık Denizi bölgesine yönelik bir deniz stratejisi henüz belirlenmemiş ki NATO henüz bölge için bir deniz kuvvetleri karargâhı kurmamış olduğundan böyle bir stratejinin belirlenip belirlenmediği önemli değil. İttifak, bunları muteber kılmak için kimin güç ve teçhizat sağlayacağına karar vermek bir yana, kuzeydoğudaki üyelerini güçlendirmeye ve savunmaya yönelik gerçek askeri planlar dahi hazırlamadı. Askeri hareketlilik Almanya’nın Ulm kentinde bulunan Müşterek Destek ve Etkinleştirme Komutanlığı’nın sorumluluğunda sayılıyor ve aslında Avrupa Birliği’nin kendi savunma politikasının bir parçası olarak kuruldu.
Bir diğer sorun da tatbikatlar: NATO, bir Rusya saldırısına nasıl karşılık vereceğine dair tümüyle gerçekçi, büyük ölçekli tatbikatlar yapmıyor. Sorunlardan biri tatbikatların masraflı ve yıkıcı olması. Bir diğer sorun da tatbikatların bazı NATO üyelerinin önemli zaaflarını ifşa etmesi ki itinayla hazırlanan bir tatbikle bu sorunun üstesinden gelinebilir. Ancak bunu uydurup yapma becerisinden yoksunlar. Üçüncü neden bazı ülkelerde savaşmanın provakatif olacağı endişesi. Rusya’ya savaş açmaya, bu gibi meselelerin üzerini cephe devletlerini takviye ederek kapamaya, bir Rusya saldırısına karşı atak yapmaya, geçici olarak işgal edilmiş bölgeleri yeniden almaya ve hepsinden önemlisi bir nükleer veya başka bir gerginlikle uğraşmaya yönelik detaylı planların olmaması. Bu nedenle kimse bir krizde işlerin nasıl olacağından emin olamıyor. Bunun yerine, başka bir varsayım hüküm sürüyor: Bir krizde, ABD yönetimi devralacak ve lojistik, istihbarat ve muhabere gibi tüm cephelerde ağır işleri üstlenecek.
Dürüst olmak gerekirse NATO bu sorunlar üzerine çalışıyor ve bunların hepsi halledilebilir sorunlar. Ama bu, bu sorunları düzeltmenin yanına vardıkları anlamına da gelmiyor. Hüsnükuruntu ittifakın zaafı olmayı sürdürüyor.
Modern Savaşın Değişen Doğası
Daha da kötüsü, NATO modern savaşın değişen doğasına hazırlıklı değil. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik eski tarz saldırısı oldukça tanıdık. Ancak Ukrayna’nın savunmasını kıran topçu bombardımanları ve füze saldırıları Kremlin’in cephaneliğinin sadece bir parçası. Kremlin’in en etkili silahları askeri olmayanlar: Yıkma, böl-yönet diplomatik taktikleri, ekonomik baskı, yolsuzluk ve propaganda. Askeri olmayan savaşın en yakıcı güncel örneği, Rusya’nın açlığı bir silaha dönüştürmesi. Rusya, Ukrayna’nın tahıl ihraç etmesini engelleyerek, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki istikrarsız ve kırılgan ülkelerde de dahil olmak üzere milyonlarca insanın kıtlıkla karşı karşıya kalacağı endişesi yarattı. Kitlesel açlık yalnızca insani bir yıkım olmakla kalmıyor, sonuçları arasında siyasi huzursuzluk ve Avrupa için doğrudan bir tehdit olan kitlesel göç de yer alıyor. Yine de NATO bu konuyla baş etmek için gereken donanıma sahip değil. Örneğin, hayvanları daha az besleyerek ve tahılın yakıta dönüşmesini önleyerek tahılın daha ekonomik bir biçimde kullanılmasını zorunlu kılamaz. Açlık çeken bir dünyaya açacağı yiyecek stoku da yok. Ukrayna tahılını başka rotalardan taşımak için yeni demiryolları hatları da döşeyemez. Bir bedel karşılığı Rusya’nın Karadeniz ablukasını yarmaya istekli olabilecek ticari gemiler güvencesi de veremez. NATO’nun Rusya’nın dezenformasyonu ile mücadele edecek çok az uzmanı var ve asıl şimdi başlayan gıda kıtlığı için Batı’yı suçlayan Kremlin anlatılarına karşı duyarlı Afrika ülkelerinde ve diğer ülkelerde neredeyse hiçbir etkisi yok.
NATO böyle yetenekler edinebilir. Ya da bu becerileri yeniden kazanabilir. Soğuk Savaş sırasında ittifakın bir ekonomik refah departmanı vardı: Sovyet Bloku’nun hassas teknolojiler edinmesini önlemeye yönelik Çok Taraflı İhracat Kontrolleri Koordinasyon Komitesi (Coordinating Committee for Multilateral Export Controls) adında bir program yürütüyordu. Ancak bu ajanslar ve sahip oldukları beceri setleri Sovyet Bloku’nun çökmesini izleyen stratejik zaman aşımında önemini kaybederek ortadan kalktı.
Yine de, NATO’nun askeri eksikliklerinde olduğu gibi, sorunları belirlemek onları çözmekle aynı şey değil. Blokun hantal yapısı ve önemli üyeleri ile ilgili meseleler göz önünde bulundurulduğunda, NATO’nun Soğuk Savaş dönemindeki istikrarlı çevikliğine ve etkililik seviyesine dönmesine dair beklentileri azaltmak akıllıca olabilir. İttifak için daha gerçekçi bir vizyon, onu ittifakın en becerikli ve tehditlerin farkında olan üyelerinin istekle koalisyonlar oluşturması için bir çerçeve gibi ele almak olacaktır. Halihazırda böyle gruplanmalar zaten var. Örneğin Britanya öncülüğündeki Müşterek Yurt Dışı Seferi Kuvveti (Joint Expeditionary Force) 10 ülkelik bir askeri işbirliği çerçevesi oluşturuyor. Esas olarak bir kriz halinde Nordik-Baltık bölgesine oldukça hızlı bir biçimde konuşlanmayı sağlamayı amaçlıyor. Fransa’nın da benzer bir teşebbüsü var: Avrupa Müdahale Gücü Girişimi (European Intervention Initiative). Beş Nordik devletinin de kendi askeri grubu var, Nordik Savunma İşbirliği (Nordic Defence Cooperation) olarak adlandırılıyor. Polonya ise Litvanya ile çok yakın bir ikili ilişki içinde. İkili ve çok taraflı benzer ilişkiler ağı ittifakın Karadeniz, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz de dahil olmak üzere diğer bölgelerde varlık gösterme uğraşını önemli ölçüde güçlendirecektir. Bu gruplanmalar NATO’nun yerini almayacak, ittifakın yerleşik yapı ve mekanizmalarıyla birlikte işlerliğini ve etkisini daha iyi bir yere getirecektir.
Burada zor ve geride yatan sorun ABD’nin rolüdür. Teoride, Avrupa kendi savunmasını sağlamak için yeterince büyük ve zengin. Ama süregelen siyasi zaafları bunu yapmasını engelliyor. Paradoks şu ki yalnızca ABD’nin katılımı NATO’yu güvenilir kılıyor. Ama ABD’ye aşırı bağımlılık ittifakın güvenilirliğini baltalıyor ve aynı zamanda Fransa’da ve başka yerlerde kızgınlığı körüklüyor. Washington’ın görevi, ittifakta belirleyici askeri üstünlüğünü sağlayan süper güç katılımını koruduğunda bile, Avrupa müttefiklerini daha fazla yük almaya ve yeniden stratejik düşünmeye başlamaya teşvik etmek olmalı. Bu oldukça mümkün. Ama bunun Madrid’te ya da yakın bir zamanda olmasını beklememek lazım.
Bu yazı Foreign Policy sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.