Seçimlerin Topoğrafyası-6
Perspektif, seçim dolayımında ortaya çıkan toplumsal fotoğrafı ve siyasetin topoğrafyasını analiz ettiği ve geçtiğimiz günlerde beşinci bölümü yayınlanan soruşturmanın altıncı bölümü için Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) eski Genel Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Ufuk Uras, ArtıTv ve ArtıGerçek Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz, HDP İstanbul milletvekilliği yapmış, iktisatçı Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu ile Gazeteci-Yazar Yetvart Danzikyan’ın görüşlerine başvurdu.
“CHP’NİN HERKESİ KAPSAMA SİYASETİ SAĞCILAŞMAK DEĞİL, SAĞIN DA KAYGILARINI GİDERMEKTİ”
Ufuk Uras-Siyasetçi/Yazar
Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi ve Parlamento’da çoğunluğu sağlayamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
Seçimlerin muhalefet açısından başarısızlıkla sonuçlandığı ortadadır. Seçimlerde niceliksel farklılıkların analizi önemli olmakla birlikte aslolan niteliksel sonuçtur. İktidar psikolojik üstünlüğü kazanmış, muhalefet çözülme sürecine girmiştir.
Seçimlerde temel aks, muhalefet için, parti devleti modeline karşı olan herkesi yan yana getirmekti. Demek ki yurttaşın önceliği bu olmadığı gibi, ortak gelecek tahayyülü konusunda seçmen nezdinde inandırıcı olunmadı.
Kapsayıcı olma ve 50+1’e ulaşma siyaseti doğru olmakla birlikte sekülerinden mütedeyyinine tarihsel buluşma yaklaşımı toplumsallaşamadı.
İKTİDARIN BEKA SÖYLEMİ ETKİLEYİCİ OLURKEN, MUHALEFET OYUNBOZAN BİR YAKLAŞIM İZLEYEMEDİ
Hem helalleşme yaklaşımı hem de kutuplaşmayı körükleyenlerle birlikte olma tercihi eklektik bir izlenim yarattı. Aşı tutmadı. 20 bin sandığı zimmetleyememe çaresizliği durumu özetliyor.
İktidarın beka söylemi etkileyici olurken, muhalefet oyunbozan bir yaklaşım izleyemedi. HDP’nin aday çıkarmayarak aldığı fedakâr yaklaşım bile doğru okunmadı.
Muhalefet örgüt şemalarını sorgulamalı ama seçim stratejisiyle elde ettiği yüzde 48’i tahkim ederek büyütme politikasından vazgeçmemelidir. Meclis’te konu merkezli yeni bir harmanlanmaya yönelmeli, yerel seçimlerde ortak tutumu sürdürmelidir.
Artık safkan siyaset tarzıyla bir yere varılamaz. CHP’nin herkesi kapsama siyaseti sağcılaşmak değil sağın da kaygılarını gidermekti.
Millet İttifakı’nın parlamentarizm önerisinin yeterince ilgi yaratmadığını görüyoruz. B planının olmaması, muhalif partileri genel başkansız bıraktı. Bu konuda Meral Hanım’ın kongresinde “kuyruk olduk” değerlendirmesinin aksine diğer partiler Akşener’in peşine takıldılar.
Kimlik kutuplaşması karşısında yurttaşın bekası teması geliştirilebilirdi. Ücret/kâr kutuplaşması ise yeterince işlenmedi. Artık şimdi itiraf edebilirim, bu önerilerin hepsi kendilerine iletildi. Akıl edemediklerinden değil tercih etmedikleri için bilinen tutumlarda ısrar ettiler.
Meclis’te grup kuramazsanız siyasi inisiyatifiniz azalır, üç partinin bir ortak grupta anlaşamamalarının gerekçeleri ne olursa olsun, seçmen nezdinde yaratacağı kırılmaları okuyamadılar ya da yeterince önemsemiyorlar. “Muhalefet niye seçmene güven telkin etmedi?” sorusunun yanıtı, bu partilerin birbirine güvenmedikleri izlenimini yaratmış olmalarıdır.
KİMLİK KUTUPLAŞMASI KARŞISINDA YURTTAŞIN BEKASI TEMASI GELİŞTİRİLEBİLİRDİ
Partiler bugün özeleştiri çetelesini çıkarırken, “niye?” kısmını yine yanıtsız bırakıyor, “kendi imtiyaz ve inisiyatiflerimizden vazgeçemedik” diyemiyorlar. Gorbaçov sendromu denilen kendi bastıkları halıyı çekip Gorbaçov gibi devrilmek istemiyorlar, kendi mikro rasyonaliteleri ile toplumun makro rasyonalitesi çelişiyor.
Konu az/çok çalıştık gibi bir nicel meselede değil, naftalin kokan paradigmalarını aşamamaları gibi nitel bir zeminde düğümleniyor.
Ders çıkaracağım derken yanlış ders çıkaranlar da var. Neymiş, “mütedeyyinlerle yan yana gelmek hataymış.” HDP’nin seçmeni mütedeyyin değil mi, DEVA ve diğerlerini böyle mi kodlayacaksınız?
Terakkiperver Fırka’ya mürteci diyen Kemalist okuma mı doğru? O zaman niye aynı kuvvetler ayrımı tezini savunuyorsunuz, Kemalistlerin kuvvetler birliği yaklaşımı karşısında?
İkinci Meclis’te Mehmet Akif dâhil tek bir muhalif yoktu, bugünün Meclis dağılımı mı daha demokratik, İkinci Meclis’in dağılımı mı?
Tarihsel buluşmaya direnişten değişim çıkmaz. Kafka’nın karafatmasına dönüşüm, değişim diye pazarlanamaz. Rüzgâra karşı işenmez, rüzgâr değirmenleri inşa edilir. Sosyolojik solla siyasal sol böyle buluşturulur.
Ulusal sol devlet solculuğudur, toplumsal soldan vazgeçilemez. Oktay Ekşi, Önder Sav çizgisine dönülemez.
Yerel seçimler gelirken İstanbul gibi büyük şehirlerin kaybedilmemesi önemli. O makama bugün kimse talip değil. Seçmenin bu isteksizliği görmediğini mi sanıyorlar? Fikri hür vicdanı hür, kendi kendine karar verebilecek insanlara ihtiyacımız var. Esas duruşa geçme kültürü artık geride kalmalı.
CUMHUR İTTİFAKI’NIN, HEM BEKA SÖYLEMİ HEM DE AKP TEPKİSİNİ İTTİFAK İÇİNDE TUTMA TAKTİĞİ BAŞARILI OLMUŞTUR
Cumhur İttifakı ve iktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığı’nı kazanması ve Parlamento çoğunluğunu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
Cumhur İttifakı’nın hem beka söylemi hem de AKP tepkisini ittifak içinde tutma taktiği başarılı olmuştur.
Restorasyon kabinesi muhalefetten beklenirken bu role iktidar talip olmuş, yeni anayasa hamlesiyle muhalefetin de konu merkezli tutum almasını sağlamak yolunu tercih etmiş gibi.
Dış politikada da çok eksenli politikayı sürdürecek gibi iktidar. Küresel aktörler de bu duruma teşne gibi görünüyor.
TİP’LE YAPILAN TEK TARAFLI DAYANIŞMANIN OLUMSUZ SONUÇLARI ORTADA
HDP/YSP’nin seçimler boyunca izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi? Doğu ve Güneydoğu’da Cumhurbaşkanlığı 2. Tur seçimlerinde yüzde 5-9 arasında olduğu söylenen katılım düşüklüğünü nasıl okumak gerekir? HDP/YSP’yi seçim sonrasında neler bekliyor? Nasıl bir yapı ve söylem ile hareket edeceğini öngörüyorsunuz?
HDP, doğru bir taktik adım attı, ama parti adı değişikliği belki de yeterince seçmene anlatılamadı. TİP’le yapılan tek taraflı dayanışmanın da olumsuz sonuçları ortada.
HDP, adaylarını önseçimle belirlese seçmenden paraşüt adaylara bu kadar tepki gelmezdi. Zafer Partisi’yle yapılan toplu intihar girişiminin, HDP seçmenini caydırdığı söylenebilir. HDP, yeni dönemde anayasa tartışmalarında yerel yönetimlerin yetkisinin artırılması ve demokratik Cumhuriyet hattında ilerlemelidir.
Tedrici değişim talepleri kurumsal düzeyde ele alınmalıdır. Değişim kendini aşmak ve şimdiye kadar yapılamayanı yapacak bir fikri muhasebe zemini yaratmaktır.
Yerellerden başlayarak merkeze doğru değişim sağlanmalı ve değişimden ne anlaşıldığı konusunda bir mutabakat oluşturulmalıdır. Yurttaş değişimin nesnesi değil öznesi kılınmalıdır. Değişim değer üretmeyi gerektirir, mirasyedi gibi var olan değerleri tüketmeyi değil.
TÜRKİYE SOLU, ‘ÇALIŞAN SINIFLAR NİYE DEVRİMCİ DEĞİL’ SORUSUNA, KENDİ KİBRİYLE YANIT BULAMAMAKTAN KENDİNİ HELAK EDİYOR
Seçmende görülen kayıtsızlığı aşmak en öncelikli görev olmalıdır. Kayıtsızlığın nedeni olan yabancılaşmayı aşmak demokrasiyi kurumsallaştırmayı gerektirir. Bunun için de rütbelerimizi çıkarmalı, bizi bekleyen demokratik ve sivil dünyada özgürleşmeliyiz.
Türkiye solu ‘Çalışan sınıflar niye devrimci değil’ sorusuna kendi kibriyle yanıt bulamamaktan kendini helak ediyor. Siyasi öznelerin birliğinden sosyal mücadele alanlarının birliğine geçilmesini savunageldik, ama gelin görün ki bu alanda da kış uykusundan çıkılmış değil.
68, Gezi niye kendini tekrar edemedi sorusunun yanıtını bir türlü bulamıyor mirasyediler ve buradan geçinenler.
Kanıtlayamadığınız halde doğru olduğuna inandığınız şeyler var mıdır? Varsa metafizik bir dünya içindesiniz demektir. Var olan kadroların entelektüel yetersizliği için de sihirli bir çözüm yok maalesef.
Fiziki uykudan uyanabilirsiniz, ama dogmatik uykudan asla. Son sözümüzü de Fuzûlî ile bitirelim. Ne diyordu Fuzûlî: “Söylesem tesiri yok, sussam gönlüm razı değil.”
“MERAL AKŞENER, ALTILI MASA’NIN İDEOLOJİK VE KARAR YÖNLENDİRİCİSİ GİBİ DAVRANDI, BU ENGELLENMEDİ”
Ali Duran Topuz-Gazeteci/Yazar
Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığı’nı kaybetmesi ve Parlamento’da çoğunluğu sağlayamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
Cumhurbaşkanlığı seçimi, daha “kazanacak aday” tartışması çıktığında ve İYİ Parti’nin önceleri değişik düzeyinden isimler, en son da genel başkan Akşener’in bizzat kendisi ve üstelik Masa devirerek dillendirdiğinde kaybedilmeye başlanmıştı. Meral Akşener, Altılı Masa’nın ideolojik ve karar yönlendiricisi gibi davrandı, bu engellenmedi. Örneğin Ekrem İmamoğlu ile “dayanışma” adı altında, CHP’li bir figürün adaylığı için açıkça sahne alması, Kılıçdaroğlu’nun hem o gün için hem de sonraki dönem görüntü, güç ve algılanışını derinden etkileyen sabotajlardı. Bir tür “şehzade annesi” gibiydi Akşener, Batılıların deyimiyle de “king maker” gibiydi, Kılıçdaroğlu’nu gölgeleme ve adının seçilmeye yetmeyeceğine dair izlenimlerin en güçlüsünü Akşener bizzat bu hamlelerle verdi. Süreci 3 Mart tekmesiyle pekiştirdi.
Ayrıca, seçim sürecinde İYİ Parti teşkilatı, açık biçimde Kılıçdaroğlu aleyhine çalıştı. Sinan Oğan’a giden oyların İYİ Parti ile ilişkisi araştırılsa ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Burada, ittifakın “sağda” görünmesinin iki sorumlusundan biri Akşener, ki değinmediğimiz en önemli noktası şuydu İYİ Parti engelinin: Kürtler ile daha güçlü, daha inandırıcı, daha güvenilir bir diyaloğun ve seçim anlaşmasının önünü açıkça kesti İYİ Parti. Son nokta ise ittifakın sürükleyici partisi CHP’nin “sağcılarla ittifak yapma” ile “sağcılaşma” arasındaki farkı pek görememesi oldu sanırım. Özellikle Akşener/İYİ Parti engelleri bunu sağladı ama bu engelleri kabul etmek de CHP’nin kararı oldu.
Akşener “baş” suçlu ama tek başına sorumlu değil elbette! Yerel seçimler için iyi bir fikir olan bu ittifak türü, genel seçim için iyi bir fikir değilmiş, bu anlaşıldı. DEVAve Gelecek mesela ya da Saadet, İYİ Parti gibi kötü niyet ya da uygunsuz program içinde görünmediler, hareket etmediler, fakat katkıları, aldıklarından çok fazla oldu. Bu partiler Kılıçdaroğlu’nun ve ittifakın “sağda durması, sağcı görünmesi”nin sorumlusu değiller, tam aksine çalıştılar.
Bunlar görünür ve ilişkilerden kaynaklanan sebepler, bir de ilişkilerden değil ama politika tarzından kaynaklanan ve görülmeyen sebepler var: Görülmemesi sır olması, arka planda olmasından değil, yapılmamasında! Gerek CHP gerek ittifakın diğer üyeleri, hem tek tek hem de ittifak olarak “kaybedilmiş son seçim günü” çalışmaya başlamak zorundaydı. Oysa ittifak çok uzun süre kendi aralarındaki meseleleri konuştu sadece. “Çalışma” deyince de çarşı pazar gezmesi, esnaf-halk ziyareti ve demeç-beyan yarışı anlaşıldı.
CHP VE DİĞER PARTİLER, HER BAKIMDAN İKTİDARIN ÇİZDİĞİ SINIRLARA UYDU
Kaybın en büyük sebebi burada: Hem çalışmaya geç başlandı hem de televizyon tekeli kurmuş bir iktidara karşı demeç-açıklama yarışı zaten tutmazdı. Ev ev gezmek gerekliydi, evlere girip çıkmak için sokakları gezmek gerekli, sokakları gezmek için “sokak siyaseti yasağı”nı tanımamak gerekli. Aksi halde ev-sokak-cadde-meydan akışını sağlayamazsınız. Yani CHP de diğer partiler de fizik mekânlar dâhil her bakımdan iktidarın çizdiği sınırlara uydu, tek fark şu ki iktidar kadar ev ev gezmeye yönelmedi.
Medya meselesi ise tamamen iktidar lehineydi: CHP güçlü bir medya oluşturdu, doğru ama sadece CHP’liler arasında güçlüydü ve CHP’lilere bol bol İYİ Partili ülkücü propagandası yapmaktan öteye gitmedi bu medyanın gücü ve niteliği. Çünkü gerçekten haber yapma peşine hiç düşmediler, ideolojik gazla çalıştılar.
İYİ PARTİ, MHP İLE BULUŞMA-BİRLEŞME YOLLARINA GİRECEK
Seçimin en büyük darbesi Saadet’e oldu; yıllardır hiç geçit vermediği “Erbakan’ın oğlu olmak” sermayesine bu seçimde iktidarın yardımıyla yenildi. İktidar, o sermayenin iktidarla buluşması halinde Saadet tabanını eriteceğini fark etti ve Yeniden Refah ile anlaştı. Gelecek, lafı çok, çalışması yok bir parti. DEVA, sabır ve sükûneti bilse de siyasal tarz ve üslubunu geliştirmek zorunda. Bu iki parti için “son sınav”dayız.
İYİ Parti, MHP ile buluşma-birleşme yollarına girecek. Özellikle Akşener’in 3 Mart çıkışı bunun ilk yoklamasıydı, şimdi seçim sonrası alametler de bu yönde. İktidarla dövüşmek yerine, “ülkücü oy alanını genişletmiş lider” olarak MHP ve iktidar ile anlaşma yollarını arayacak; Bahçeli’nin uzun yıllar daha kalamayacağı da hesaplanırsa…
CHP ise hem içerden ulusalcı kavgalara hem de dışardan dizayn çabalarına hedef halde. Erdoğan, bu seçimden sonra muhalefeti dizayn etme konusunda özel önem verecek. Seçimden önce hem açıkladı bunu hem de HÜDA PAR, DSP ve YRP ittifakları aslında onları “iktidar blokuna alma” amacını değil, yeni muhalefet olarak geliştirmeyi hedefliyor. Özellikle “kayyım” atamak yerine Kürt illerini sağcı partilere yönettirmek bu planın içinde.
ERDOĞAN’IN ALDIĞI SONUÇLAR ELBETTE BAŞARI! ÖYLE YOK PİRUS ZAFERİ, YOK KAZANIR AMA YÖNETEMEZ LAFLARI BOŞ LAFLAR
Cumhur İttifakı ve iktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığı’nı kazanması ve Parlamento çoğunluğunu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
Erdoğan’ın aldığı sonuçlar elbette başarı! Öyle yok Pirus zaferi, yok kazanır ama yönetemez lafları boş laflar. Elbette “adil ve hak edilmiş seçim sonucu” demiyorum ama adil hiç olmasa da, hak edilmiş hiç mi hiç olmasa da olduğu haliyle tasdik edilmesi bile muhalefetin başarısızlığı, iktidarın başarısı anlamına gelir. Şeytani, adil olmayan, sindirmesi zor bir başarı ama başarı işte! Zaten bu tür neoliberal/totaliter/faşizan iktidarların hepsi başarılı bir dayanma gücüne sahip ve muhalefetler bu “gücü” kırmadıkça “başarı”yı göremez.
Ekonomideki yol haritası zaten belli ve “ekonomik kriz” sözü muhalefetin bir hatasından ibaret! Ekonomide seçilmiş bir harita var, yokluğu ve yoksulluğu hem nitelik hem nicelik olarak artırmak, daha az ücretle, daha kötü bir hayata razı olarak yaşamaya devam etmek “beceriksiz politikalar”ın ve hırsızlığın bir sonucu değil, bizzat bir hedef! Ayda 200 doların altına razı bir işçi sınıfı, bu iktidar için bulunmaz nimet, onu sağlamaya çalışıyorlar, başarınca tabii ayda 100 dolar hedefi sırada. Muhalefet bunu görse öyle Beşli Çete filan boş lafları yerine, evlere, sokaklara, atölyelere, işyerlerine çulu sererek çalışmaya başlardı. Oralara çul seren sadece Yeniden Refah var, işçileri bu hedefi ikna etmek için! Bir de AK Parti!
Bu dönemde Erdoğan, şimdiye kadar hukuki-idari-siyasi alanda kalan işçi sınıfı örgütlenmelerini engellemeyi fiilen hedefleyen baskı mekanizmasını sosyal ve kültürel alana yaymaya çalışacak. Çünkü ekonomi politika değişmeyecekse, baskıyı artıracak ve rızayı sağlayacak mekanizmalar değişecek ve güçlenecek demektir.
HDP/YSP, BU SEÇİM SÜRECİNİN EN MASUM VE EN BAŞARILI PARTİSİ, ÖNCE BUNU BELİRTELİM
HDP/YSP’nin seçimler boyunca izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi? Doğu ve Güneydoğu’da Cumhurbaşkanlığı 2. Tur seçimlerinde yüzde 5-9 arasında olduğu söylenen katılım düşüklüğünü nasıl okumak gerekir? HDP/YSP’yi seçim sonrasında neler bekliyor? Nasıl bir yapı ve söylem ile hareket edeceğini öngörüyorsunuz?
HDP/YSP, bu seçim sürecinin en masum ve en başarılı partisi, önce bunu belirtelim. Hem iktidarın açık ve ölçüsüz baskılarına maruz kaldılar, hem muhalefetin açık ve ölçüsüz düşmanlığına! Altılı Masa adayını destekleme stratejik kararı (ki doğruydu) önce ve bizzat Altılı Masa tarafından HDP aleyhine kullanıldı, İYİ Parti/Akşener çıkışlarını kastediyorum. Ayrıca seçim günü dâhil, aralıksız biçimde iş yapma potansiyeli olan üyeleri, çalışanları ve politikacıları gözaltına alındı, hapse atıldı.
Altılı Masa medyası, boş ideolojik rüzgârlar estirmekten mutluyken, Kürt medyası ciddi ve etkileyici haberler için çırpındı, onlar da günden güne baskı altında tutuldu. HDP’nin sol sosyalist kesimlerle ve demokrasi/özgürlük güçleriyle ittifak çabası da gayet başarılıydı. Belki, TİP ile olan tartışma süreci konusunda ikisine de eleştiriler yöneltilebilir; bunun HDP’ye biraz zarar verdiği de doğru fakat sadece oralara bakarak HDP’yi ve politikalarını başarısız görmek doğru değil bence. Sadece bir nokta bence çok önemli: Ağır baskılar, kuşaklar arası bilgi ve kadro akışını kesintiye uğrattı, buna çare şart. Bu bir başarısızlık değil, “çökertme saldırıları”nın yol açtığı bir sonuç ve çare aramak bütün kadroların ve bileşenlerin ve de HDP dostlarının görevi.
HDP, İTTİFAK SÜREÇ VE BİÇİMLERİ İLE İTTİFAK TARZLARI KONUSUNDA DAHA DİKKATLİ OLACAK
Bu seçimde HDP’den CHP’ye baştan fazla öngörülmeyen ama sebepleri anlaşılır özel bir oy kayması da oldu. O da Kılıçdaroğlu adaylığının desteklenmesi, HDP’ye oy veren ciddi bir kitle oluşturan Kürt/Kızılbaş oylarının CHP’ye gitmesine yol açtı. Bu seçim bazında bunu engellemek belki imkânsızdı, ama böyle bir vaka var.
Kanaatime göre HDP, ittifak süreç ve biçimleri ile ittifak tarzları konusunda daha dikkatli olacaktır; TİP tartışmasında bu konuda epey ders almış olmalı. Kuşak kesintisine bir çare bulmak gerekiyor ki burada HDP bileşeni diğer Kürt ve Türk politik yapılanmalarının özel bir destek ve çabasına da ihtiyaç var.
Son olarak, bu seçimde Altılı Masa’da çuvallamaya yol açan ittifak biçiminin değil, HDP bileşenleri ve Emek ve Özgürlük İttifakı üyelerinin ittifak biçim ve yönteminin daha başarılı olduğunu da belirtmem lazım. TİP tartışması filan bir yana, bu ittifak model ve yöntemlerinin daha da güçlendirilmesi ve genişletilmesi yeni dönemin önemli hedeflerinden biri olmalı. İki ittifak biçimi arasında temel bir fark var, TİP krizi bu farka TİP’in fazla saygı göstermemesinden çıktı aslında.
HDP’NİN HATASI, TİP’İN ERKEN BİR ŞEKİLDE SEÇİME GİRME AÇIKLAMASINI CİDDİYE ALMAMAK OLDU
Bu ittifak, Altılı Masa’nın aksine sürekli ve her aşamada bir prensip ittifakı ve bir şey talep edenler, talep edileni almak için özel çaba içine girmek zorunda. Altılı Masa’da ise bu vekil sayısına çok kilitlendiği gibi, ideolojik uyumsuzluk zayıf olanın güçlü olanı baskılaması (İYİ Parti’nin CHP’yi “ülkücülük konforuna hizmet eden yastık” gibi görmesi) sonucuna yol açtı. Emek ve Özgürlük İttifakı ve HDP/Yeşil Sol’da ittifak bu özelliklere sahip değil, ilkeler ve ideolojik çerçevede uyum açık ve net biçimde görülüyor; belki orada biraz uyumsuzluğa razı gelmeyi bile göze almak gerekir!
TİP meselesine son bir kez değinmek gerek: Aslında, TİP seçime girmeye dair fikrini erken açıklamıştı, o zaman fikir beğenilmiyorsa ittifakın niteliği baştan konuşulmalıydı, beğeniliyorsa sonra tartışma konusu yapılmamalıydı. Yani HDP ve Emek ve Özgürlük İttifakı bu konuda aslında bir zamanlama hatasıyla işlerin karışmasına yol açtı. “TİP haksızdı” deyip geçmek kolay ama ittifakları hayati bulan bir politik bakışta, işleri ertelemek, geciktirmek, sonra bakalımcılığa bırakmak hataydı, TİP ilk açıkladığında oturulup konuşulsa o gerilim dışında bir yol muhakkak bulunurdu. HDP’nin hatası bana göre o ilk açıklama anında TİP’i ciddiye almamak oldu!
“TÜRKİYE’DE SINIFSAL FARKLILAŞMA, KİMLİK FARKLILAŞMASININ GÖLGESİNDE KALDI”
Erol Katırcıoğlu-Siyasetçi/İktisatçı
Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığı’nı kaybetmesi ve Parlamento’da çoğunluğu sağlayamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
Bu sorunuza cevap vermeden önce, seçimleri de büyük ölçüde belirleyen toplumsal yapımıza ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak isterim. Çünkü konuşacağımız konu her ne kadar Batı tipi bir siyaset kurum ve kuralları var gibi görünüyorsa da bizde işler önemli ölçüde farklı.
Her şeyden önce altını çizmeliyim ki bu topraklarda sınıfsal farklılaşma kimlikler arası farklılaşmadan çok daha zayıf olduğundan Batı toplumları için geçerli bir gözlükle bu topluma bakmak doğru olmaz. Buradan bizde sınıfsal farklılaşmanın olmadığını söylemek istemiyorum, ama sınıfsal farklılaşmanın var olan kimlik farklılaşmalarının gölgesinde kaldığını söylemek istiyorum. O nedenle de, bizde siyasi partiler, toplumdaki farklı toplumsal kimliklerin talepleri üzerinden örgütlenmiş kurumlardır, farklı sınıf talepleri üzerinden değil.
Böyle baktığımızda Parlamento’nun da toplumdaki “kimlik” farklılaşmalarına uygun partilerden oluşan bir kompozisyona sahip olduğunu görmek gerekir. Sünni İslam’ın partisi olarak AKP, sekülerlerin partisi olarak CHP, merkez sağ siyasete yakın olan partiler olarak İYİ Parti, DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti, Türk milliyetçilerinin partisi olarak MHP ve başta Kürtler olmak üzere dışlanmış Alevilerin, Süryanilerin, Ermenilerin ve solcuların partisi olarak HDP. Siyasi partiler alanımız bu biçimde şekillenmiş durumda.
CHP VE KILIÇDAROĞLU, ÜRKEK VE KAPSAYICI OLMASA DA SİYASİ ALAN İÇİNDE ÖNEMLİ ADIM ATTILAR
Burada hemen şunun altını çizmek isterim ki CHP ve Kılıçdaroğlu böyle bir siyasi alan içinde önemli adımlar attılar. Bu adımlar çok ürkek ve kapsayıcı olmasa da yine de önemli sayılmalı. Kılıçdaroğlu, kendi Alevi kimliği ile Sünni sayılabilecek siyasi partilerle, yani, DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti gibi partilerle seküler CHP’yi Altılı Masa’da bir araya getirmiş oldu. Bu önemliydi. Ama bu adımın ürkek ve kapsayıcı olmaması, dediğim gibi seçimleri kazanmak ve ülkenin yönünü demokrasi yönünde değiştirebilmek için yeterli değildi. Nitekim bu yetersizlik seçimlerin kaybedilmesiyle sonuçlandı.
Bu hamlenin ürkekçe ve kapsayıcı olamaması yanında bir başka sorunu daha vardı. O da Altılı Masa’ya oturmuş partilerin “kabuk partiler” olması, yani kurucularının kişilikleri Sünni İslam kimliğini temsil ediyor olsa da bu kişilerin ve dolayısıyla da bu partilerin Sünni İslam fikriyatıyla hareket eden kitlelerle bağlarının olmaması (ya da çok zayıf olması) bu yaklaşımın da en önemli eksikliği oldu. Gerçekten de seçimlerde bu partilerin aldıkları oy sayısını bilmesek de alınan oyların CHP’nin geleneksel oy oranına yakın olması insanı böyle düşünmeye yöneltiyor.
Toparlarsam, ben, muhalefetin sorununu adı konmamış ve eksik tarif edilmiş bir siyaset tavrının hüzünlü sonu olduğunu düşünüyorum. Tersten söyleyecek olursam, ülkenin kendi farklı kimlikleriyle barış ve demokrasi içinde yaşayabileceği yeni bir “biz” yaratabilmesi, bu ülkenin şu ya da bu biçimde “kendine ait” olduğunu düşünen seküler ve Sünni İslam kimliklerinin dışında başta Kürtler olmak üzere çok sayıda ötekileştirilmiş kimliğin de “kapsama” alanına dâhil edilmesinin gerekliliğinden söz ediyorum. Ancak o zaman Türkiye toplumu, ikinci yüzyılına girerken gerçek bir “toplum” olma (ya da başka biçimde ifade edecek olursam “biz” olma) imkânına kavuşur. Aksi, ciddi sıkıntılı, antidemokratik, özgürlüklerin kısıtlandığı bir Türkiye olmaya devam eder.
İNSANIMIZIN GÖZÜNDE “DEMOKRASİ”, 4-5 YILDA BİR YAPILAN VE GÜÇLÜ OLANIN SEÇİLMESİNİ İMA EDEN “SEÇİMLERE” İNDİRGENMİŞ BİR KAVRAM OLDU
Cumhur İttifakı ve iktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığı’nı kazanması ve Parlamento çoğunluğunu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
Cumhur İttifakı’nın hem Parlamento’da çoğunluğu ve hem de Cumhurbaşkanlığı’nı almış olması çok da şaşılacak bir durum değildi. Her ne kadar birçok kesim bu sonuçtan hayal kırıklığı yaşıyor olsa da yakın gözlemciler bu denli eşitsiz bir seçimin muhalefet tarafından alınmasının zaten çok güç ya da imkânsız olduğunu söylüyorlardı. Bunun nedeni ise bizim “demokrasi” dediğimizin, demokrasi kavramıyla sadece ve sadece “seçimler” bağlamında bir ortaklığı olduğu, onun dışında hiçbir biçimde olması gereken demokrasiyle bir bağı olmadığı gerçeğiyle ilgiliydi.
Neredeyse medya sektörünün yüzde 95’ini kontrol eden, (kontrol eden diyorum ama siz onu yöneten diye okumalısınız) bir iktidarın, bütün devlet kurumlarını inanılmaz bir biçimde “merkezileştirebilmiş” ve böylece, yasamadan, askeriyeye ve polis teşkilatına kadar her şeyi ve herkesi kendine bağlayabilmiş bir iktidarın bu seçimleri almaması mümkün müydü?
Burada Cumhur İttifakı’nın yaslandığı sosyoloji konusuna girmeyeceğim. Sadece şunu hatırlatmakta yarar olabilir. Anadolu halkı yıllar içinde “devlet” tarafından deyim yerindeyse “darmadağın edilmiş” bir halktır. Vergi salan padişaha başkaldırmak yerine (İngiltere’de olduğu gibi), evini barkını terk ederek dağlara göçmeyi yeğlemiş bir halktır (mesela Celaliler). Bu nedenle de kendi hakları için mücadele eden bir halk olmaktan oldukça uzaktır.
Nitekim bunu bilen siyaset elitimiz bu topluma “demokrasi”yi tanıtırken (1949-60 arası), “Demokrat Parti”nin amblemi olan “demir kırat”a indirgeyerek anlatmıştır. Zayıfların güçlüler karşısında adil yönetilmesi için oluşturulmuş demokrasinin, “güç” ima eden demirden bir at’a benzetilmesi bu bakımdan çok ilginçti. Sonuçta insanımızın gözünde “demokrasi”, 4-5 yılda bir yapılan ve güçlü olanın seçilmesini ima eden “seçimlere” indirgenmiş bir kavram oldu. Tabii ki demokrasi bu değil.
Demokrasi, toplumdaki insan ilişkilerinin “güç” bakımından değil “eşitlik” bakımından oluşmasını amaçlayan bir anlayışın adıdır.
Ama sorunuzun son kısımlarına ilişkin bir değerlendirme yapmam gerekirse, Cumhur İttifakı, ekonomik sorunları çözüp toplumda bir rahatlama sağlayarak içeride ve dışarıda bir güç konsolidasyonu arayışında olacaktır. Fakat bu perspektifin en zayıf halkası ekonomi olduğu kadar, ekonomik sorunlarla bezenmiş kimlik çatışmaları olacaktır. Tabii böyle bir gelişmenin de demokrasi ihtiyacını ve özgürlük arayışlarını karşılamayacağı açıktır.
NORMALDE SİYASİ PARTİLERİN RAKİPLERİ, SİYASİ PARTİLER OLUR AMA HDP’NİN RAKİBİ DEVLETİN BİZATİHİ KENDİSİDİR
HDP/YSP’nin seçimler boyunca izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi? Doğu ve Güneydoğu’da Cumhurbaşkanlığı 2. Tur seçimlerinde yüzde 5-9 arasında olduğu söylenen katılım düşüklüğünü nasıl okumak gerekir? HDP/YSP’yi seçim sonrasında neler bekliyor? Nasıl bir yapı ve söylem ile hareket edeceğini öngörüyorsunuz?
HDP, kurulduğu tarihten itibaren siyasi amacını ve pozisyonunu değiştirmedi. Bu bir bakıma iyi ama bir bakıma da değişen zamanın getirdiklerini atlama olasılığı anlamına geliyor ki bence bu ikincisi çok daha etkili oldu.
Tabii HDP’yi konuşurken dikkatli olmak lazım, çünkü HDP diğer partiler gibi bir parti değil. Değil çünkü, normal olarak siyasi partilerin rakipleri de siyasi partiler olur ama HDP’nin rakipleri başta devletin bizatihi kendisidir. Yani devleti ifade eden bütün erkler ki hepsi Cumhurbaşkanı’na bağlıdırlar, HDP üzerinde her türlü operasyonu yapabilme gücüne ve imkânına sahiptiler. Ve tabii bu güç ve imkânları da her daim kullandılar. Örneğin, bugün itibariyle başta eş başkanları, belediye başkanları olmak üzere yönetici kadrolarının hemen tümü cezaevindeler. Geçmeyen gün kalmıyor ki yeni tutuklamalar, gözaltılar ve ölümler olmasın. Böyle tuhaf bir atmosferde siyaset yapılabilir mi? HDP, bütün bu olumsuz koşullara rağmen siyasette tutunabilmiş, kapatılma davaları karşısında başka bir parti olan YSP’ye dönüşmüş bir partidir. Bu bakımdan olumsuz söylenecek çok bir şey yoktur.
TİP, KENDİSİ FARKINDA OLMASA DA -BENCE HDP YÖNETİMİ DE FARKINDA DEĞİLDİ- HDP’NİN “TÜRKİYELİLEŞME” SİYASETİNİ BOŞA DÜŞÜREN BİR İŞLEV GÖRDÜ
Ama yine de şu gerçeğin altını çizmek isterim. HDP de tıpkı CHP gibi “bileşenler” ya da “ittifaklar” adıyla bir araya gelmeler konusunda önemli bir hata yaptı. Bu hata tabii ki partinin amacının bir başka ifadesi olarak okunabilecek “ezilen ulus ile sömürülen işçi sınıfı ittifakı”nı oluşturabilmek için attığı adımlarla ilgiliydi. Kendilerini şu ya da bu nedenle sol ve sosyalist olarak tanımlayan parti ve oluşumlarla birlikte yürümek düşüncesi iyi niyetli bir düşünce olabilirdi ama yalın gerçeğin bu partilerin hiçbirinin işçi sınıfını temsil etme yeteneklerinin olmadığı, bu partilerin de “kabuk parti” niteliğindeki partiler olmasıydı. Oysa gerçek güçlü bir muhalefet, baskı altındaki kimliklerin mensuplarıyla ya da o kimlikleri temsil yeteneği olan kurumlarla birlikte davranmayı gerektirir. Onları temsil ettiği varsayılan zayıf örgütlerle değil.
Bir saptamayı da TİP ile ilgili yapalım. TİP, maalesef kendisi farkında olmasa da -bence HDP yönetimi de farkında değildi ya da önemsemedi- HDP’nin kurulduğundan beri sürdürmeye çalıştığı “Türkiyelileşme” siyasetini boşa düşüren bir işlev gördü. Çünkü TİP’lilerin söyledikleri “HDP’ye oy vermek istemeyen ama bize oy verecek seçmenlerin varlığı” üzerinden gitmek kaçınılmaz olarak HDP’nin kapsama alanı içine aldığı daha çok Kürt olmayan, daha çok Türk ve muhalif olan kesimleri kendilerine çekerek Türkiyelileşme politikasından kopmalarına neden oldular. Dahası Kürt milliyetçiliğinin artmasına neden oldular. Bu arada söyleyeyim ki biz Türkiyelileşme politikasından Kürtlerin Türkleşmesi ya da Türkiyelileşmesi gibi bir şey anlamıyoruz. Kürtler zaten Türkiyeliler. Asıl Türkiyeli olamamış olanlar ise Sünni İslamcılar ile sekülerlerdir. Bir başka deyişle Türkiyelileşme, Türkiye’de var olan bütün farklılıkların temsil ediliyor olup olmamasıyla ilgili bir kavramsallaştırmadır. Dolayısıyla aslında HDP’nin dışındaki bütün partiler henüz Türkiyelileşmiş partiler değillerdir. Bunu da bu arada not etmiş olayım.
“ALTILI MASA FİKRİ, BELKİ KAĞIT ÜZERİNDE MAKUL BİR FİKİRDİ AMA BİR HEYECAN YARATMADI”
Yetvart Danzikyan-Gazeteci/Yazar
Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığı’nı kaybetmesi ve Parlamento’da çoğunluğu sağlayamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
CHP ve onun etrafında toplanan muhalefetin başarısız olduğu açıktır. 2018 yılından bu yana Kılıçdaroğlu ve CHP, oransal anlamda bir oy artışı yakalayamadı. 2018’de M. İnce, M. Akşener, S. Demirtaş ve T. Karamollaoğlu ayrı adaylar olarak Cumhurbaşkanlığı seçimine girmişti. O vakit aldıkları oyları topladığımızda şimdiki gibi yine yüzde 47 küsura ulaşıyoruz. Erdoğan’ın oyu ise değişmemiş: Yüzde 52. O vakit seçimin ilk turda bitmesinin nedeni muhalefet adaylarının ayrı ayrı seçime girmesiydi. Bu kez tek aday ile gidildi ancak sadece seçim ilk turda bitmemiş oldu. Sonuçta belki oy sayısı arttı ama oransal olarak bir artış yok. Bu başarısızlıktır.
Kanımca Altılı Masa fikri, belki kâğıt üzerinde makul bir fikirdi ama bir heyecan yaratmadı. Akşener’in Masa’yı terk etmesi sonrasında oluşturulan 5+2 Cumhurbaşkanı Yardımcısı formülü de seçmenin aklını karıştırmış olsa gerek. Akşener’in İmamoğlu ısrarı belki bir aşamaya kadar yerindeydi ama İmamoğlu’nun önü iktidarın yanı sıra CHP tarafından da zaten kesilmişti.
Kılıçdaroğlu’nun ise belagat ve yeni bir heyecan, umut yaratma açısından yetersiz kalacağı görünüyordu. Bütün bunların yanında muhalefete yönelik medya ambargosunu da elbette hesaba katmak lazım. Medyanın büyük kısmı iktidarın kontrolünde. Karalama kampanyaları da hiç şüphesiz -beklenmedik ölçüde- etkiliydi. Bu elbette muhalefetin sesini duyurmasına engel oldu. Ancak bir heyecan ve umut dalgası yaratıyorsanız bu ambargo çoğu zaman etkisiz kalır.
MUHALEFETİN SEÇMENE YENİ BİR “GELECEK” SUNMAKTA BAŞARISIZ OLDUĞUNU SÖYLEYEBİLİRİZ
Bunlar taktik hatalar. Genel olarak baktığımızda ise muhalefetin seçmene yeni bir “gelecek” sunmakta başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Teorik olarak söylenenler doğruydu: Başkanlık sisteminin yarattığı kriz, adaletsiz bir Türkiye, yeni zenginler, derinleşen hak ihlalleri, kadınların durumu. Bunlar esasen AKP iktidarında ezilmiş, sıkışmış kesimler için hayati meseleler. Ve bunlara yanıt olarak da Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem. Bu, açıkçası geriye dönük bir vaat olarak kaldı. İleriye dönük somut bir proje, vaat ortaya konamadı. “Baharlar gelecek” gibi soyut sloganlar sadece zaten CHP’ye ya da İYİ Parti’ye oy verecek olanları heyecanlandırdı. Kılıçdaroğlu’ndan beklenen, Ecevit’in 1970’lerdeki sloganlarına benzer, geleceğe yönelik bir umut ve somut vaat yaratan bir çıkış yapmasıydı. Oysa “Kılıçdaroğlu iyi adam”ın ötesinde bir argüman yaratılamadı. Bir kez daha seçim Twitter’da kazanılacak sanıldı.
Seçim sonrasına baktığımızda CHP ve İYİ Parti’nin bir kriz içinde olduğunu görebiliyoruz. İmamoğlu faktörü de belli ki CHP’yi meşgul edecek. Buradaki esas sorun, yeni bir siyaseti talep eden ve genişleyen bir dalganın bir türlü oluşmamasında. Genelde ya o dalga/dinamik oluşur ve liderini bulur; ya da bir lider çıkar o dalgayı yükseltir. Bunların ilki yok, ikincisi de yarım var. Yeni siyasetin henüz bir sözü yok, oluşumu, buluşması, inisiyatifi, hareketi yok. Herkes genel merkeze bakıyor. Lider adayı olarak bakılan İmamoğlu ise o henüz ham bile olmayan dalgayla buluşamıyor, yeni bir söz yaratamıyor, önü çeşitli şekillerde kesildiği için ortaya sadece bir soru işareti olarak çıkabiliyor. CHP merkezli muhalefetin işi bu açıdan hayli zor. İYİ Parti’yi de zor günlerin beklediğini düşünüyorum.
Buradaki bir diğer mesele de muhalefetin, ilk kez oy destekli bir muhafazakâr-otoriter rejimle karşı karşıya olması. Bundan önceki otoriter rejimler devlet, daha doğrusu ordu kaynaklıydı ve geçici bir desteğe sahiptiler. Siyasal alan bir süre sonra yeniden kuruluyor, ordunun siyasetteki ağırlığı sürse de, ana ve kalıcı aktör olamıyordu. Bu kez oy, yani seçmen destekli bir muhafazakâr-otoriter rejimle karşı karşıyayız. Bununla meşru alanda, yani seçmeni ikna ederek mücadele yöntemlerini hâlâ bulabilmiş değil muhalefet. Bunda otoriter akımın tüm dünyada güç kazanmasının da payı var şüphesiz. Eşitlikten ve adaletten yana olmak her zamankinden daha zor. Ama bir o kadar gerekli.
ERDOĞAN, SEÇMENİNİ YARATTIĞI EKONOMİK KRİZDEN “GÖRÜNÜŞTE” KORURKEN, VAR OLMAYAN BİR DÜŞMANLIK ATMOSFERİ DE YARATTI
Cumhur İttifakı ve iktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığı’nı kazanması ve Parlamento çoğunluğunu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
Erdoğan’ın şu ekonomik çalkantıda son iki seçimdeki oy oranını aynen koruyarak Cumhurbaşkanı olmasına bir açıdan başarı olarak bakılabilir. Ancak bu şüphesiz adil ve dürüst olmayan bir seçimle gelen başarıdır. Seçim boyunca muhalefete yönelik bir karalama kampanyası yürütüldü. Bu kampanyaya bütün kamu kurumları alet edildi. Sermaye zaten sindirilmiş, korkutulmuş, kalanları iktidara mecburen bağlanmış durumda. Bu, sermayenin hâkim olduğu medya ortamını da şekillendirdi.
Bir de elbette Selahattin Demirtaş’ın yıllardır siyasi rehine olarak tutulması var. Demirtaş 2015 seçimlerinde ciddi bir muhalefet aktörü olacağını göstermişti. Sözü, ikna ediciydi. Ve hemen hapse atıldı. Hakkındaki suçlamalar siyasidir ve intikam amaçlıdır. Bunun siyasi sahayı nasıl da deforme ettiği ne yazık ki yeterince konuşulmadı. CHP iktidarın şerrinden korkarak bu konuda sesini gerektiği biçimde yükseltmedi.
ÇATIŞMALI SÜREÇTE BİLE BU SEVİYEYE ULAŞMAYAN HDP DÜŞMANLIĞININ, ÇATIŞMASIZ SÜREÇTE TARAFTAR BULMASI İLGİNÇTİ
Dolayısıyla Erdoğan EYT, asgari ücretteki artış, emekli maaşlarına zam gibi adımlarla kendi seçmenini, kendi yarattığı ekonomik krizden “görünüşte” korurken, bir de var olmayan bir meseleyi (CHP-HDP-PKK ilişkisini) ortaya atarak bir düşmanlık atmosferi yarattı. Burada ilginç olan çatışmalı süreçte bile bu seviyeye ulaşmayan HDP düşmanlığının, çatışmasız süreçte böylesine taraftar bulmasıdır. Bu hiç şüphesiz Erdoğan ve çevresindeki grubun, totaliter rejimlerden devraldıkları, kamu gücüyle ve devlet propagandasıyla düşman yaratma taktiklerini doya doya kullanmaları ile ilgilidir. Buna bir de yine 1930’ların aşırı sağ rejimlerine bir selam çakarcasına LGBT düşmanlığını eklediler. Bunlar ne yazık ki işe yaramış görünüyor.
Ekonomik alanda ise az evvel bahsettiğim adımların Orta-Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesinde, yani AKP seçmelerinin güçlü olduğu yerlerde bir miktar işe yaradığı görülüyor. Ekonomik krizin büyük oranda büyük şehirlerde yaşayan orta sınıfı mecalsiz bıraktığına, bahsedilen bölgelerde yaşayanların ise büyük harcamalar içinde olmadığından krizden aynı oranda etkilenmediğine dikkat çeken uzmanların analizleri akla yakın görünüyor. Böyle olunca, bahsedilen coğrafyada Erdoğan krizi yaratmasına rağmen, krizi yaratan değil, çözen adam gibi algılandı. Yine de AKP’nin bu seçimdeki oy kaybını hatırlamak gerekebilir, ancak bu rejim zaten kazananın her şeyi aldığı bir rejim.
Seçim sonrasında iktidar açısından -görünüşte- rahat bir dönem beliriyor. Belediye seçimleri şüphesiz kritik bir dönemeç olacak. Beri yandan ekonomideki yanlış adımların süreceği, orta sınıfın ve muhalefetin kendini daha da çıkmazda bulacağı bir dönem bekliyor bizi. Bilhassa ekonomide, bizzat iktidar eliyle yaratılan çalkantının iktidar bloku içinde çatlaklar ya da sıkıntılar yaratması muhtemel. Bu sürdürülebilir bir durum değil çünkü.
ASIL MESELE KÜRT SİYASAL HAREKETİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU BELİRSİZLİKTİR
HDP/YSP’nin seçimler boyunca izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi? Doğu ve Güneydoğu’da Cumhurbaşkanlığı 2. Tur seçimlerinde yüzde 5-9 arasında olduğu söylenen katılım düşüklüğünü nasıl okumak gerekir? HDP/YSP’yi seçim sonrasında neler bekliyor? Nasıl bir yapı ve söylem ile hareket edeceğini öngörüyorsunuz?
Kürt siyasal hareketi de en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Erdoğan çözüm sürecini, işine yarayacağı düşüncesiyle başlatmıştı. Ancak 2015’te Suriye’nin kuzeyinde zemin bulan otonom yönetim ve HDP’nin Türkiye’de ulaştığı etkinlik, onu bu düşünceden vazgeçirdi ve Türk milliyetçiliği ile, ayrıştırıcı bir dil ile yürümeye karar verdi. Böylece Türkiye’nin geleceği açısından çok büyük bir fırsat kaçtı. Erdoğan Türk milliyetçiliği ile kurduğu koalisyonun her durumda kendine seçim kazandırdığını gördükçe, yeni bir çözüm sürecinin başlaması zor. Tam tersine HDP ve Kürt hareketini daha da köşeye sıkıştırma hamlelerine tanık olabiliriz.
HDP/YSP, FAALİYET AÇISINDAN BU SÜREÇTE BÜYÜK BİR YANLIŞLIK YAPMADI
HDP/YSP faaliyet açısından bu süreçte büyük bir yanlışlık yapmadı. TİP ile kurulan ittifak iyi işlemese de, o ittifakı kurmamak daha büyük tartışma yaratacaktı. HDP uzun süredir, yeni bir yol bulmakta zorlanan Türkiye sosyalizmine bir çıkış yolu açıyor, ancak kimi bileşenlerinden benzer bir karşılık göremiyor. Bunu Türkiye solu başlığında konuşmak lazım belki de.
Devletin ve sağ siyasetin topyekûn saldırısı altında olan HDP/YSP’yi eleştirirken dikkatli olmak lazım şüphesiz. Bu atmosferde olağanüstü bir faaliyet gösteriyorlar. Burada asıl mesele Kürt siyasal hareketinin içinde bulunduğu belirsizlik. Öcalan tecritte. Hâlâ ne kadar aktör? 30 yıldır, yani 1991’den bu yana büyük bir sebatla Kürt siyasal hareketini destekleyen seçmenin beklentisi ne? Sadece Parlamento’da sayıca güçlü olmak mı? Selahattin Demirtaş devre dışı olarak kalacak mı? HDP ile cezaevindeki Demirtaş’ın ilişkisinde sorunlar olduğu zaten biliniyordu. Demirtaş’ın kaleme aldığı o kritik mektuptan sonra sorunlar açıkça ortaya döküldü ve Kürt siyaseti pek bir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor. Ben açıkçası 2016’dan bu yana Demirtaş’a yeterince sahip çıkılmadığını düşünmüştüm. Bu durum sürüyor gibi görünüyor.
KÜRT SİYASETİNDE ÖNCELİKLERİN TEKRAR BELİRLENMESİ GEREKİYOR
Bunların da ötesinde Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel gibi isimler de hapisteyken Kürt siyasal hareketinin yeni kadrolar ve yeni bir enerji ortaya çıkarmakta zorlandığını da görüyorum. Elbette böylesi bir rejimde bu kolay değil. Asli olarak baktığımızda Kürt siyasetinde sanki önceliklerin tekrar belirlenmesi gerekecek gibime geliyor.
Bunların ışığında Kürt seçmenlerin ikinci turda sandıklara daha az gitmesi bir teferruattır. Kılıçdaroğlu’nun aşırı sağ/ülkücü cenahtan Ümit Özdağ ile ittifak kurması sonrası gayet de normaldir. Kaldı ki Batı’da da muhtemelen benzer bir oranda katılım düşmüştü. Burada Kürt seçmene fatura çıkarılmasına gayet karşıyım.
Velhasıl yeni dönem Kürt siyaseti açısından da sanki zor geçecek. Ancak 30 yıllık, çilesi hiç eksik olmayan meşru siyaset deneyimi ile yeni bir yol bulunacağını da düşünebiliriz.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.
UFUK URAS
Türk siyasetçi ve akademisyen. 1996 yılında ÖDP'nin kurucu genel başkanı oldu ve 5 dönem, 10 yıla yakın süre genel başkanlık yaptı. 2007 genel seçimlerine bağımsız aday olarak katıldı ve İstanbul 1. Bölge'den Türkiye Büyük Millet Meclisi 23. Dönem üyeliğine seçildi.
ALİ DURAN TOPUZ
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudu. Üniversiteden sonra birkaç yıl avukatlık yaptı. Halen İstanbul Barosu'na kayıtlı olsa da 1994’ten bu yana aktif olarak gazetecilik yapıyor.
EROL KATIRCIOĞLU
1970 yılında Kabataş Erkek Lisesi‘nden mezun oldu. 1990 yılında iktisat doçenti, 1995’te iktisat profesörü oldu. 1991 yılında 49. hükümette Başbakan yardımcısı Erdal İnönü’nün ekonomi danışmanlığı görevini yürüttüğü sırada “Rekabeti Koruma Kanunu”nun hazırlık komisyonunda iktisatçı üye olarak çalıştı. Halen Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi İngilizce İktisat Bölümü’nde görev yapmakta olan Erol Katırcıoğlu, Radikal ve Taraf gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 27. dönem HDP milletvekilliği yapmıştır.
YETVART DANZİKYAN
1969 yılında İstanbul'da doğdu. Özel Pangaltı Ermeni Lisesi'nde (Mıhitaryan) okudu. Agos'un kuruluşuna katkıda bulundu, yayın kurulunda yer aldı. İletişim Yayınları'nda editör olarak çalıştı. NTV ve CNBC-e kanallarında haber müdürlüğü yaptı. Yazıları Birikim ve Radikal'de yayınlandı. 2008'den bu yana Agos'ta yazıyor.