Evet, devlet güçlü olabilir. Kendine bağlı aydınlarla seferberlik ruhu içinde hareket edebilir. Ama bu, tamamen yeni, kendisini idealize ettiği bir dili yaratabileceği anlamına gelmez. Zorlamayla ve emir-komutayla yeni bir dil yaratılamaz. Velhasıl dil, emir ile hizaya sokulamaz. “Edebiyat Devrimi” de bunu bütün açıklığıyla ortaya koyar bir eser.

İlkokul eğitim müfredatında Atatürk anlatısı, eşzamanlı olarak iki taraflı ilerler: Bir taraftan, Cumhuriyet’in, devletin, toplumun, halkın varlığı Atatürk’e bağlanır; o olmasaydı, bugün sahip olduğumuz hiçbir şeye sahip olmayacağımız düşüncesi çocukların zihnine kazınır. Diğer taraftan da Atatürk’ün ölümsüz olduğu, gönüllerde yaşadığı, onları (çocukları) her zaman izlediği ve onlardan çok şey beklediği vurgulanır.

Kültür, sanat, edebiyat ve dahi şiirin kiloyla tartılıp metre ile ölçüldüğü zamanlardan geçiyoruz. Eli kalem tutan kurşundan kalemlerin, politikacıların kırıp döktüklerini toparlama karşılığında ücretlendirilip ödüllendirildiğini hayretle seyrediyoruz. Söz hiç bu kadar irtifa kaybetmedi. Fikir hiç bu kadar pespayeleşmedi. Aydın namına kırıntı bile yok! Ya âlimi, uleması? Kim kaybetmiş ki bulasın!…

Toplumsal ilişkilerde otorite, liyakat, asalet, mesafe, hiyerarşinin zayıflayarak eşitliğin, vasatlığın, banalliğin, aynılığın yaygınlaşması; mahremiyetin, ötekinin ve acının kovularak şeffaflığın, palyatifliğin, hazzın-hızın, başarı ve performansın yüceltilmesi, küresel ve yerel düzlemde kültürel dekadansın belirtileridir.

Kemal Gözler’in sunuş ve çevirisiyle Türkçeye kazandırdığı Kurbağa Manastırı, bir kurmaca, alegorik bir eser. Ülkemizin önde gelen anayasa hukuku hocalarından biri olan Gözler, içinde bulunulan vaziyeti pür bir hukuki metinle tasvir etmek yerine edebiyatla anlatmayı seçmiş. 14’üncü yüzyılda bir dünya kurmuş ve Türkiye’de üniversitenin başına gelenleri bir manastır ve bir rahip üzerinden Latince aktarmış.

Haziran ayında kimleri kaybetmemişiz ki… Şöyle küçük bir tarama yaptığımızda karşımıza onlarca ismin çıktığını görürüz. Farklı tarih aralıklarında neredeyse haziran ayının her günü ölen bir veya birkaç şair, yazar, sanatçımız var.

Hıdırellez, Gılgamış Destanı’ndan bu yana mitoslar halinde yazılı ve sözlü edebiyat geleneğinde yer almıştır. Anadolu’nun pek çok yerinde Hıdırlık denilen mesirelerin bulunması ve Hıdırellez başta olmak üzere bahar eğlencelerinin buralarda düzenlenmesi, edebiyatta Hıdırellez temasının canlı tutulmasına sebep olmuştur.

Bundan 30 sene “öncesinde” halkın sahip olduğu dil yetisi oldukça dikkat çekicidir. Bugünün röportajlarında karşılaşılan Türkçe ise yıllar öncesinin Türkçesinden çok daha dar bir kelime dağarcığı ve çok daha savruk bir anlatımı teşkil etmektedir. Kanaat önderlerinin çoğunluğunun kullandığı dil de sokak röportajlarında kullanılan dilden çok az farklılık göstermektedir.

Dar yolların, sessiz sokakların, küçük dükkânların, içinde koyunlar otlayan açık hava müzesinin etrafında yükselen anıtsal konakların özellikle ahşap işçilikleri, bir yanda Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadeliğinde yaptırdığı cami ve Yıldırım Külliyesi, küçük basit bir ilçede olmadığınızı ağırbaşlı ve sessiz bir şekilde anlatıyorlar.

‘Örnek’ sözcüğünün kökeniyle ilgili çok sayıda dilbilimci ve etimolog görüş bildirdi, makaleler yazıldı; bilenler de bilmeyenler de kendi durdukları yerden, kendilerini ait hissettikleri siyaset, ırk, inanç ve düşüncenin penceresi ve söyleminden tartışmaya katıldı. Konu etimoloji olmaktan çıkıp, temsil edilen, ait hissedilen yerin itibarına dönüştürüldü ve iş inatlaşmaya vardırıldı. Aslında bu durum yalnız ‘örnek’ sözcüğü için değil, dilbilim/etimoloji dünyasındaki çok sayıda durum ve sözcük için geçerli.

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.