Tarım Politikalarında Hayaller ve Hayatlar

Gıda güvenliği, insani güvenlik alanının en temel konularından. Ancak meseleye böyle bir perspektifle yaklaşılmadığı gibi; toplumun gözünde asıl sorumlular, ‘köyde artık domates bile ekmeyen çiftçi, ürünlerini yola döken çiftçi’ gibi gösteriliyor. Tıpkı barınma krizinde ev sahiplerinin, artan fiyatlarda market sahiplerinin tek suçlu olarak gösterilmesi gibi.

“Tarımsal üretimin ve gıda arz güvencesinin sürdürülebilirliğinin sağlanması, üretim planlamasına katkı sağlaması, verim ve kalitenin artırılması, tarımsal üretimde çevreci yaklaşımların benimsenmesi ve uygulanan politikaların etkinliğinin artırılması amaçlanıyor.” Tarım Bakanlığı, ‘çiftçilere ödenecek mazot ve gübre desteğinin’ kaldırılacağı yönünde haberleşen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle ilgili yaptığı açıklamada bu cümlelere yer vermiş. Kararnamede mazot ve gübre desteği ile ilgili bilgi yer almadığı için başlayan tartışma üzerine Bakanlık, yaptığı açıklamada, mazot ve gübrenin temel destek olarak adlandırdıkları kapsam içinde yer alacağını ifade etmiş.

 

Tarımsal üretimin sürdürülebilirliğinin sağlanması, planlı üretim, verim kalitesi, çevreci yaklaşımlar, her biri birbirinden şık teknik tanımlamalar; ancak çiftçi ve tarım üreticilerinin kronikleşen sorunlarını düşününce sosyal medyanın hayaller-hayatlar akımını hatırlatıyor. Geçtiğimiz günlerde önce fındık üreticileri, ardından Adıyaman’da badem, tütün, buğday üreticileriyle görüşme fırsatım oldu. Coğrafya ve ürünlere göre sorunların bazıları farklılaşsa da ekonomik krizle birlikte artan maliyetler, tarım politikalarındaki keyfiyet gibi sorunlar ortak. Diğer tarım bölgeleri için de değişen bir durum yok. Her gün ülkenin başka bir yerinde traktörleriyle eylem yapan çiftçileri, tarlasındaki ürünleri toplayamayacağını belirten çiftçileri ya da protesto için yollara dökenleri görüyoruz. Tarlada ürünlerin maliyetinin çok üstünde alındığı, çarşıda-pazarda ise sadece dar gelirlilerin değil orta sınıfların da sebze-meyve alabilmekte zorlandığı bir krizin içindeyiz. 

 

Gıda güvenliği, insani güvenlik alanının en temel konularından. Ancak meseleye böyle bir perspektifle yaklaşılmadığı gibi; toplumun gözünde asıl sorumlular, ‘köyde artık domates bile ekmeyen çiftçi, ürünlerini yola döken çiftçi’ gibi gösteriliyor. Tıpkı barınma krizinde ev sahiplerinin, artan fiyatlarda market sahiplerinin tek suçlu olarak gösterilmesi gibi. 

 

Yerelden Bakış Önemli

 

Oysa resmin öte yüzünde afetten sağlığa, ekonomiden kalkınmaya olduğu gibi tarımda da merkezi politikaların oluşturduğu sorunlar var. Diğerlerinde olduğu gibi tarımda da kararlar merkezileştikçe, yereldeki üreticiler büyük şirketler karşısında güçsüzleştikçe, gıdada dışa bağımlılık artarken çiftçi lehine aracılık sistemleri oluşturulmadığı için ve tabii ekonomik krizle maliyetler arttıkça yapısal sorunlar artmış ve bugün karşı karşıya kaldığımız tablo ortaya çıkmış. 2023 yılında ton başına ekmeklik buğday alım fiyatı 8.250 TL, makarnalık buğday da 9.000 TL olarak açıklanmıştı. Bu yılki fiyatlar ise ekmeklik buğdayda 9.250, makarnalıkta 10.000 TL. Bir yılda mazot, gübre gibi temel maliyetlere gelen zam oranı ise verilen buğday fiyatlarındaki artış oranının çok üzerinde. Sadece bu örnek bile durumu anlatmaya yetiyor.

 

Bakanlık, mazot ve gübre desteğinin devam edeceğini belirtiyor. Ancak ondan daha önemli olan, iki yıl süreyle ekilmeyen arazilerin başkasına kiralanması kararı konusunda sessiz. Çiftçiler bu karara da oldukça tepkili. Hiçbir çiftçinin tarlasını isteyerek boş bırakmayacağını ama maliyetlerin artışı sebebiyle üretim yapmakta zorlandıklarını kaydediyorlar. Balıkesir Milletvekili Burak Dalgın, Tarım Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde söz konusu uygulamanın ‘mülkiyet haklarını ihlal ettiğinin’ altını çizerken oluşabilecek risklere karşı hazırlık yapılıp yapılmadığını sorguluyor. Bu riskleri şöyle sıralamak mümkün: Tarım arazilerinde tahribatlar, yapılaşma, kalıcı zarar verme, tarımsal üretimin dışında kullanılma…

 

Çiftçilerin Kararlara Katılımı

 

Artan maliyetlerin yanı sıra sulama sistemlerindeki yetersizlik, destek ve teşviklerde süreklilik olmayışı ve fiyat belirlemede söz sahibi olmamaları gibi konular da çiftçilerin yapısal sorunlarının başında geliyor. Örneğin Atatürk Barajı’yla geniş arazileri su altında kalan Adıyamanlı çiftçiler, arazilerinin büyük çoğunluğunda sulama sorunu yaşıyorlar. Kendi imkânlarıyla yaptıkları sulama faaliyetleri elektrik ve başka maliyetler olarak geri dönüyor. Yıllardır bitirilmesini bekledikleri sulama göletleri var ama hiçbir ilerleme kaydedilmediğini söylüyorlar. Çiftçiler, ziraat odalarının çiftçilerin desteklenmesi ve güçlendirilmesi için çalışan kurumlardan merkezi kararların uygulayıcısı olan mekanizmalara dönüştüklerini kaydediyorlar. 

 

Diğer bir sorun, gıda sektöründeki ithalatlarla ilgili düzenlemelerin olmayışı ve büyük şirketlerin sektörde oluşturdukları tekeller olarak belirtiliyor. Badem üretiminin teşviklerle başladığını belirten Adıyamanlı çiftçiler, bir süre sonra teşviklerin kaldırıldığını ve badem ithalatına karşı duramadıklarını kaydediyorlar. Üreticilerin badem ağaçlarını sökerek başka ürünlere yöneleceği de kentte çok konuşulan konular arasında. 

 

Bütün alanlarda olduğu gibi tarıma da insani güvenlik perspektifiyle bakılması şart. Çiftçilerin piyasa koşullarına, şirketlerin insafına bırakılmaması da. Tarımsal destekler bir maliyet unsuru olarak değil toplumsal yatırım olarak görülmelidir. Çiftçilerin üretim yapmasını engelleyen koşullar düzeltilmeden, arazileri zorla kiraya vermek gibi uygulamalar sadece kısa vadeli çözümler sunar. Hatta çözümden öte çözülmesi zor sorunlar, riskler oluşturur. 

 

Ezcümle, yazının başında yer verdiğim cümleler kalıcı politikalar, mekanizmalar ve pratiklerle desteklenmezse suya yazı yazmaktan başka bir işlevi olmaz. Tarım hayaller-hayatlar ikilemini barındıramayacak kadar hayati bir konu…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.