Türkiye Ekonomisinin Koronayla İmtihanı

Mali genişleme için kullanılabilecek farklı yöntemler olmakla birlikte, hâli hazırda bu seçenekler arasında en az riskli olan, iyi kurgulanmış, şeffaf ve hesap verebilir bir yapıyla yönetilen “Korona Tahvili” olacaktır.

Türkiye Ekonomisinin Koronayla İmtihanı

Gelişmekte olan ülke (GOÜ) ekonomilerinin korona krizine hangi ekonomik parametreler altında yakalandığını analiz etmeye çalıştığım bir önceki yazıda ; 2008-09 finansal krizi sonrasında bu ülkelerin düşen büyüme performanslarına karşın aşırı (özellikle yabancı para cinsinden) borçlandıklarını, buna ek olarak bir yandan yükselen dolarizasyon, diğer taraftan zayıflayan mali denge nedeniyle krizle mücadele kapasitelerinin önemli ölçüde zayıfladığını aktarmaya çalışmıştım.

 

Korona krizinin GOÜ’ler için neden daha önce yaşanan krizlerden farklı olduğunu, kriz sonrasında oluşabilecek iktisadi ortamı ve daha özel olarak Türk ekonomisinde yaratacağı etkiler ile alınması gereken önlemleri değerlendirmeye gayret edeceğim.

 

GOÜ’ler İçin “Bu Sefer Gerçekten Farklı”

 

Dünya’nın önemli iktisatçılarından Carmen Reinhart ve Kenneth Rogoff tarafından 2009 yılında yayınlanan Bu Sefer Farklı: Sekiz Asırlık Finansal Budalalık (This Time is Diffrent: Eight Centuries of Financial Folly) kitabı büyük ses getirmişti. Reinhart ve Rogoff kitaplarında 66 ülkede yaşanan iktisadi krizleri incelemiş, en özet hâliyle “krizlerin genel olarak aynı sebeplerle ortaya çıktığını” kapsamlı bir analiz ile ortaya koymuşlardı. Her defasında bu sefer farklı diyerek eski koşulların değiştiğini, benzerliklerin kaybolduğunu söyleyenlere, 800 yıllık bir inceleme ile cevap vermişlerdi.

 

Ancak küresel ekonomiyi benzeri görülmemiş bir hızla, senkronize bir çöküş sürecinin içine sokan korona krizi, kitabın yazarlarından Reinhart’ı “Bu Sefer Gerçekten Farklı” başlığıyla bir makale yayımlamaya itti. Aslında bir önceki yazıda iktisadi hayatın her kesiminde, küresel boyutta bu denli sert ve hızlı bir “ani duruş” (sudden-stop) hâli görülmediğinden hareketle korona krizinin ne 1930’ların Büyük Bunalım’ına ne de 2008-09 finansal krizine benzemediğini anlatmaya çalıştığımdan, “Bu Sefer Gerçekten Farklı” tezine çok yakın hissediyorum kendimi. Bu tez, özellikle söz konusu GOÜ’ler ve bu ülkelerin krizden nasıl etkileneceği olduğunda daha anlamlı oluyor. GOÜ’ler için bu tezi kuvvetlendiren hususları 4 temel başlıkta sıralamak mümkün.

 

Birincisi husus, Çin ekonomisinin dünya büyümesi içindeki payı ve politika tepkisi geliştirebilme kapasitesi ile ilgili. Küresel finans krizi nedeniyle tüm dünyanın sert bir biçimde küçüldüğü 2009 yılında, dünya büyümesine tek katkı yapan ülke Çin olmuştu. Gelişmiş ülkelerde finans krizinin yaraları sarılmaya çalışılırken, dünyada büyümeye katkı sağlamaya devam edebilmek için Çin otoriteleri tarafından alınan olağanüstü politika önlemleri özellikle GOÜ’leri ayakta tutan en önemli unsurdu. Çin, bugün de dünya hasılasının yaklaşık %20’sine, dünya ticaretinin ise %10’una tekabül eden bir büyüklüğü ifade ediyor. Ancak yaşanmakta olan krizin ilk olarak Çin’de ortaya çıkması, son yıllarda hızla gerileyen büyüme performansı, krizin senkronize bir biçimde tüm dünyayı etkisine alması ve ithalat talebini ciddi anlamda daraltması vb. faktörler göz önüne alındığında, geçmişte olduğu gibi Çin kaynaklı bir küresel toparlanmanın ne denli zor olduğu açıkça görülüyor.

 

Grafik 1: Dünya Reel Büyümesine Ülke ve Ülke Gruplarının % Katkısı

 

İkinci husus, korona krizi ile birlikte başlayan ardından Rusya ve Suudi Arabistan arasındaki petrol fiyatı savaşları ile derinleşen emtia piyasalarındaki durum ile ilgili. Küresel talebin korona krizi ile birlikte hızla azaldığı bir dönemde dünyanın en büyük petrol üreticileri arasında yapılan görüşmelerde bir sonuca ulaşılamaması petrol fiyatlarında tarihi bir düşüşü beraberinde getirdi. 2002-2007 yılları arasında ortalama %5,6 büyüme seviyesinde olan emtia ihracatçısı GOÜ’lerin, 2010 yılından sonra ortalama sadece %2,7 büyüyebildikleri göz önüne alındığında, hızla düşen emtia fiyatlarının bu ülkelerin dünya hasılasına destek vermek bir tarafa ne ölçüde zarar verebileceğini anlamak açısından yeterli olacaktır.

 

Üçüncü husus, yaşanmakta olan krizin GOÜ’lerin kredi ve borçlanma piyasaları üzerinde yarattığı ciddi bozulma ile ilgili. Gerek emtia piyasalarındaki hızlı bozulma, gerek GOÜ’lerin tüm dünya ile birlikte ciddi bir daralma yaşayacağı beklentisi, gerekse son 10 yılda aşırı borçlanmanın yarattığı son derece düşük GOÜ risk fiyatlaması, son 2-3 haftalık zaman diliminde bu ülkelerin kredi ve borçlanma piyasalarında tarihî bir bozulmayı beraberinde getirdi.

 

2007-2019 yılları arasında artan global likidite ve düşük maliyetlerle, uluslararası alım-satıma konu olan GOÜ özel sektör borcu 500 milyar USD’den 2,3 trilyon USD’ye yükselirken, yabancı yatırımcılar söz konusu ülkelerin yerel para cinsinden borçlanmalarının yaklaşık %25’ine sahip olmuşlardı. Nispeten yüksek getiri arayışındaki uluslararası yatırımcılar, geçtiğimiz on yılda yaptığı büyük yatırıma rağmen, korona krizinin ve yarattığı benzeri görülmemiş belirsizliğin etkisiyle büyük bir hızla GOÜ varlıklarından uzaklaşıyorlar.

 

GOÜ’lerin ikincil piyasalarında tahvil spreadi 2008-09 küresel finans krizinde ortalama 504 baz puan iken, aynı spread, korona krizi sonrasında “sadece 2-3 hafta içinde” 601 baz puana kadar yükseldi. GOÜ’ler borçlanma piyasaları uzmanlarının birçoğu, söz konusu hızlı çıkışın uzun süreli/kalıcı bir kaçınma eğilimine dönebileceği ve GOÜ’ler için uluslararası finansmanın geçtiğimiz 10 yıllık süreçten daha maliyetli ve zor olacağı konusunda mutabık.

 

Grafik 2: Korona Krizi Sonrası Küresel Tahvil Spreadleri ve 2008-09 Krizi Dönemi ile Karşılaştırma

 

Dördüncü ve belki de en önemli husus ise 2008-09 krizi sonrasında kullanılma imkânı oluşan küresel iş birliği dilinin yerini daha popülist bir siyasete ve dile terk etmiş olması ile ilgili. 2008-09 küresel finans krizi sırasında gerek gelişmiş ülkeler gerekse GOÜ’lerde henüz ortaya çıkmamış olan bu popülist retorik, bugün daha krizin ilk evrelerinde ağırlığını hissettirdi.

 

Çin otoritelerinin Covid-19 virüsünün “ülkeye gelen Amerikan askerleri tarafından yayıldığını” ima eden söylemleri hiç gecikmeden karşılık buldu ve ABD Başkanı Trump salgına neden olan virüse Dünya Sağlık Örgütü’nün uyarılarına rağmen  “Çin Virüsü” adını koydu. Benzer biçimde Avrupa uçuşlarının salgın nedeniyle yasaklanması kararını, “Avrupa’dan gelen yolcuların virüs tohumlarını ABD’ye ektiklerini” söyleyerek açıkladı. Aslında her iki örnek de başta ABD olmak üzere son yıllarda güç kazanan popülist siyaset dili nedeniyle, küresel krizleri yönetmekte 2008-09 dönemine nazaran ne denli uzak olduğumuzu anlamak açısından kıymetli.

 

Benzer biçimde özel mülkiyetin korunmasından, ticaretin serbestleştirilmesine, finansal reformlardan, sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesine dek geniş bir alanda yıllarca geçerliliğini korumuş olan neo-liberal politikaların, 2008-09 finans krizinden sonra önemini kısmen kaybetmiş olması, bugün içinde bulunduğumuz krizle mücadele konusunda uluslararası iş birliğinin zorluğu hakkında önemli ipuçları barındırıyor.

 

Columbia Üniversitesi’nden Adam Tooze bir zamanlar skandal olarak kabul edilebilecek sermayenin serbest giriş-çıkışına getirilecek sınırlamaların, sadece Çin ve benzeri bazı ülkelerce değil, artık BIS ve IMF gibi bazı uluslararası finansal kurumlar tarafından bile kabul gördüğünü belirtip, “Washington Konsensüsü’nün” geride kaldığını, her ne kadar söylenmeye cesaret edilmese bile yeni durumun “Pekin Konsensüsü” olduğunun altını çiziyor.

 

Tüm dünyada iktisadi faaliyetin durmasına sebep olan korona salgınına, yukarıda temas ettiğim hususlar da eklenince, GOÜ’lerde önümüzdeki dönemde derin bir resesyon ve bunun doğal sonucu olarak yüksek işsizliğin ana gündem maddeleri olabileceği görülüyor.

 

Korona Krizi Sonrası GOÜ’lerde Büyüyememe ve İşsizlik Sancıları

 

Uluslararası finansal kurumlar, yatırım bankaları veya kredi derecelendirme kurumları… Bunlardan herhangi birinin son dönemde GOÜ’ler için yaptığı büyüme tahminleri incelendiğinde oldukça karamsar bir tablo çizildiği görülebilir. Genel olarak GOÜ’lerin ortalama %1 büyüyebileceği, Çin hariç bırakıldığında diğer GOÜ’lerin ise en iyi ihtimalle daralmayacağını tahmin ediyor uzmanlar.

 

GOÜ’lerin krizden nasıl etkileneceği konusunda, “Bu Sefer Gerçekten Farklı” tezine paralel olarak yukarıda sıralanan dört husus göz önünde bulundurulduğunda, bu tahminlerin dahi oldukça iyimser olduğu söylenebilir. Özellikle korona krizinin son birkaç haftada GOÜ’lerden benzeri görülmemiş düzeyde sermaye çıkışına sebep olduğunu görünce, büyüme konusundaki endişelerimiz daha da derinleşiyor.

 

Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından yayımlanan son çalışma, günlük sermaye hareketleri baz alınarak yapılan ölçümlerde GOÜ’lerden tarihi seviyelerde (2008-09 krizinin dört katı) sermaye çıkışı yaşandığını gösteriyor. 2008-09 küresel finans krizinden sonra yaratılan bol likidite ve düşük faiz ortamında dahi, 2008 öncesi büyüme oranlarının ancak üçte ikisi kadar performans gösterebilmiş GOÜ’lerin, bu yeni durumda çok daha ciddi bir baskı ile karşı karşıya kalacaklarına pek şüphe yok.

 

Grafik 3: Korona Krizi Sonrası GOÜ Sermaye Hareketleri, Çin Hariç-GOÜ Sermaye Hareketleri

 

Öte yandan yılın ilk çeyreğinde korona kriziyle hızlanan sermaye çıkışlarının, yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde yeniden ivme kazanması ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekiyor. GOÜ ekonomistleri, uluslararası piyasalarda yaşanan dolar likiditesi sıkışıklığı, tüm dünyada gelişen riskten kaçınma eğilimi, kredi piyasalarındaki bozulma vb. nedenleri, sermaye çıkışlarında en kötünün geride kalmamış olmayabileceğine işaret ediyorlar. JP Morgan tarafından yapılan ve 21 GOÜ’yü içeren çalışma, sermaye akımlarında 2020 yılının ikinci ve üçüncü çeyreğinde yeni bir “ani duruş” yaşanması ihtimalini %55 ile 2008-09 küresel finans krizinden bu yana en yüksek seviyede ölçüyor.

 

Grafik 4: GOÜ’lerde “Ani Duruş” ve JPM “Ani Duruş” İhtimal Modeli [1]

 

Korona krizinin GOÜ’ler üzerinde belki de en önemli ve yakıcı etkisi işsizlik ile ortaya çıkacak. Finansal piyasalar henüz sadece gelişmiş ülkelerden gelen işsizlik rakamlarıyla meşgul, ancak Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) konuya ilişkin hazırladığı 18 Mart 2020 tarihli raporu korona krizinin 3 farklı büyüme senaryosu altında işsizliği tüm dünyada nasıl etkileyebileceğini analiz ediyor. Rapora göre, hâlihazırda 188 milyon kişilik işsizler ordusuna, en ılımlı senaryoda 5,3 milyon, en kötü senaryoda ise 24,7 milyon yeni işsiz katılıyor. Aynı rapora göre, işsizlik nedeniyle oluşabilecek gelir kaybı ise iktisadi faaliyetteki daralmanın şiddetine göre 860 milyar USD ile 3,4 trilyon USD arasında değişiyor. Yoksulluk sınırının altında çalışmak zorunda kalan işgücüne ise aynı senaryolar altında sırasıyla 8,8 milyon ile 35 milyon arasında yeni işgücü ekleniyor.

 

Korona krizinden sonra sosyal hayatta, dünya siyasetinde ne gibi değişiklikler olacağına dair çeşitli fikirlerin sıkça yazılıp çizildiği bugünlerde toplumun her kesiminin bu rakamları biraz daha yakından incelemesinde büyük fayda var.

 

Meselenin dünya siyasal sisteminde yaratacağı etkiler konusunda Fuat Keyman’ın Perspektif’te kaleme aldığı son yazısındaki şu tespitleri bu açıdan çok değerli:

 

“2008’den çok daha güçlü bir kriz sürecini yaratmış olan koronavirüs pandemisinin neoliberal kapitalizme etkisi çok daha sistem değiştirici nitelikte olabilir. Küreselleşen dünyada neoliberal küresel ekonomiden sosyal devlet-temelli ve adil küreselleşmeye doğru bir geçişi de yaşayabiliriz.”

 

Son yıllarda izlenen evrensel standartlara aykırı iktisadi politikalar nedeniyle, GOÜ’lerde yaşanmasını beklediğim bu hızlı bozulmanın daha büyük bir şiddetle Türk ekonomisinde yaşanacağını, 2020 yılında düşük büyüme ve yüksek enflasyonun ana gündem maddeleri hâline geleceğini öngörüyorum.

 

Ekonomide Kaçınılmaz Daralma

 

Türk ekonomisinin giderek bozulan kurumsal kapasite, enflasyonla sahici bir mücadelenin olmaması, krediye dayanan büyüme sevdasının verdiği hasarlarlar, zayıflayan mali disiplin, giderek artan genç işsizliği, her geçen gün bozulan gelir dağılımı gibi mevcut sorunlarından dolayı korona krizinin ülke ekonomisinde yıkıcı etkileri olabilir.

 

Krizin ortaya çıkmasından önce gerek Yeni Ekonomik Program’daki %5’lik gerekse piyasa ortalaması olan %4’lük büyüme beklentilerini yüksek bulan, Türk ekonomisinin 2020 yılında yaklaşık %2,5 düzeyinde büyüyebileceğine inanan biri olarak, krizin tüm dünyayı sarsan etkilerini izledikçe, 2020 yılının yeni bir daralma yılı olacağından artık pek şüphe duymadığımı söyleyebilirim.

 

Mart ayı PMI İmalat Endeksi, tüketici güven endeksi, dış ticaret verileri, kredi kartı harcamaları vb. öncü veriler de (salgının Mart ayının ikinci yarısından başlayarak etkisini hissettirdiği hesaba katıldığında) önemli ölçüde bozulmaya işaret ediyor. Mart ayı PMI endeksi bir önceki aya göre 4 puan azalarak kritik seviye olan 50 puanın altına düşerken, tüketici güven endeksi 10 puanlık bir azalışla 70’e geriledi. Benzer biçimde Mart ayında ihracat %18 azalırken, kredi kartı harcamaları aylık %30 seviyesinde bir daralmayı ima ediyor.

 

Tüm bu rakamlara bakınca yılın ikinci çeyreğinde Türk ekonomisinin ciddi ölçüde daralacağını görmek zor değil. Yılın ikinci yarısında ise salgının etkilerinin önemli ölçüde azalacağı, çevreleme önlemlerinin gevşeyeceği varsayımı altında dahi, tüketici davranışlarında hızlı bir geri dönüş beklenmemektedir.

 

Bunlara ek olarak; bu yıl turizm gelirlerinin %50 düzeyinde gerileyebileceği, ihracat pazarlarımızda ciddi ekonomik hasar oluşacağını da hesaba katınca, Türk ekonomisinin salgınla ilgili olarak yeni olumsuz gelişmeler olmadığı ve normalleşmenin yılın üçüncü çeyreğiyle birlikte tedricen başlayacağı varsayımı altında dahi, 2020 yılında %2 düzeyinde küçüleceğini tahmin etmek mümkün. Tahminimin gerek ulusal gerekse uluslararası kurumlarca yapılan tahminlerden düşük olduğunun farkında olmakla birlikte, salgının tıbbî boyutuna ilişkin yeni gelişmelere bağlı olarak daralmanın daha sert gerçekleşebileceği ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekir.

 

Büyüme tarafındaki bu olumsuz tabloyu daha da bozan ise maalesef Türkiye’de tüm uyarılara karşın son yıllarda para politikasının iyi yönetilememesi ve bunun sonucunda oluşan yüksek enflasyondur. Korona krizine; G20 ile OECD ülkelerindeki göstergeler dikkate alındığında, Arjantin’in ardından yaklaşık %12 ile en yüksek enflasyona sahip ikinci ülke konumunda giriyoruz. 2020 yılı boyunca, emtia fiyatlarındaki gerileme ve düşük talebin enflasyonu olumlu yönde, buna karşın küresel tedarik zincirindeki sorunların ve zayıflayan Türk Lirası’nın ise olumsuz yönde etkilemeye devam edeceğini düşünüyor, enflasyonun seneyi düşük büyümeye rağmen %8-9 düzeyinde kapatmasını bekliyorum. Ancak GOÜ piyasalarında yaşanan sermaye çıkışlarının yeni bir kur atağına dönmesi hâlinde, bu beklentilerimin daha da üzerinde bir enflasyonun ihtimaller dahilinde bulunduğunu belirtmem gerekiyor.

 

Korona krizinin GOÜ’lerdeki en önemli etkilerinin başında yüksek sermaye çıkışı geliyor. 2008-09 küresel krizi de dahil olmak üzere hiçbir dönemde GOÜ’lerden bu boyutta bir sermaye çıkışının yaşanmadığını biliyoruz. Küresel büyümede yaşanması beklenen sert daralma, bunun finansal piyasalarda yarattığı bozulma ve uluslararası dolar likiditesindeki sıkışıklık, GOÜ’lerin dış borç ödeme kapasitesine ilişkin sorgulamaları da beraberinde getiriyor.

 

JP Morgan tarafından yapılan, vadesine 1 yıldan daha az kalan kamu ve özel yabancı borçların, altın ve uluslararası swap imkânları hariç likit rezervlere oranını ölçen çalışmaya göre; Türkiye, Arjantin ile birlikte GOÜ’ler arasında likit rezervleri kısa vadeli borçlarını karşılayamayan iki ülkeden biri. Yapılan hesaplamada altın cinsinden rezervlerin ihmal edilmiş olması, son yıllarda Merkez Bankasının rezervlerini daha fazla oranda altın cinsinden tuttuğunu bildiğimizden, borç ödeme kapasitemizi olması gerekenden daha olumsuz gösteriyor olsa da, diğer GOÜ’lerle karşılaştırıldığında dış borç ödeme kapasitemizin nispeten zayıf olduğunun anlaşılması açısından önemli. Bununla birlikte Amerikan Merkez Bankası FED tarafından bazı GOÜ’lere tanınan dolar swap imkânının TCMB’ye tanınmıyor olması, yine FED tarafından Amerikan hazine tahvillerine repo imkânı getirilmiş olmasına rağmen, TCMB rezervlerinde 2018 sonrası daha fazla altın tutuluyor olması nedeniyle yeterli Amerikan tahvilinin bulunmaması da kırılganlığımızı artıran diğer nedenler.

 

Grafik 5: GOÜ’lerde Kısa Vadeli Borçların Likit Rezervlere Oranı [2]

 

Olağanüstü Politika İhtiyacı: Korona Tahvili

 

Türk ekonomisinin ciddi ölçüde daralacağı, bu daralmaya karşın yüksek enflasyona maruz kalmaya devam edeceği, hâlihazırda yaklaşık %14 ile İspanya ile birlikte Avrupa’daki en yüksek işsizlik oranına sahip olmasına rağmen işsizlik sorununun daha da derinleşeceği ve uluslararası borç ödeme kapasitesinin sıklıkla sorgulanacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Ancak karşı karşıya bulunduğu zorluklara rağmen Türkiye de diğer GOÜ’ler gibi korona krizine parasal ve mali tepkiler vermek zorundadır. Bugün ülkenin önündeki en büyük açmaz, ekonomi yönetiminin yaşanmakta olan süreci tahlil edebilme, kapsayıcı ve doğru politikalar uygulayabilme yeteneğine sahip olmamasıdır. Korona krizi öncesi durumu geçiştiren, her soruna karşı “illüzyon” kullanma yoluna giden ekonomi yönetimi için, yaşanmakta olan süreç bir dönüm noktasır.

 

Ekonomi yönetimi süreci doğru okumak, salgının olağanüstü olduğunu, krizden önce dahi tutturulması çok zor olan %5 hedefinin artık gerçekçi olmadığını kabul etmek zorundadır. Uzun vadeli istikrara zarar vermeden, “hedefe yönelmiş”, “şeffaf ve hesap verebilir” bir çerçeveye bağlı kalarak, “olağanüstü ve geçici” tepkiler vermeliyiz. Küresel kredi koşullarının bu ölçüde sıkılaştığı, uluslararası finansman olanaklarının hızla azaldığı, iç borçlanmanın ise daha pahalı hâle geldiği bir dönemde, bir defaya mahsus olağanüstü kaynak yaratmamız gerekiyor.

 

Hazine, sermayesinin tamamı kamuya ait özel amaçlı bir finansman şirketi kurmalı, sadece Covid-19 salgın önlemleri için kullanılmak kaydıyla ikrazen enflasyona endeksli, sıfır reel faizli 100 Milyar TL özel tertip Devlet İç Borçlanma Senedi (Korona Tahvili) ihraç ederek bu şirkete vermelidir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) bu tahvilleri gerektiğinde bu şirketten veya bu şirketin ödünç vereceği finansal kuruluşlardan doğrudan satın alması yoluyla önlemlere ilişkin harcamalar finanse edilmeli, bütün harcamalar ve aktarımlar bu şirketten şeffaf bir biçimde yapılmalı, Bütçe Gerçekleşmeleri Raporu gibi aylık olarak ve ayrıntılı biçimde kamuoyuna raporlanmalıdır.

 

Elbette TCMB tarafından yapılacak bu genişlemenin farklı versiyonları düşünülebilir. Örneğin; bankacılık sektörünün TCMB’ye gerek kalmadan bu mali genişleme için kullanılması mümkündür. Bankaların TCMB’den borçlanabilmek için teminat olarak kullanabileceği yeterli varlığı ve sermayesi mevcuttur. Ayrıca TCMB aldığı kararlarla piyasa yapıcısı bankalara düşük maliyetli fonlama limitini artırmış, uzun vade hedefli likidite imkânı ve sabit faizli 1 yıl vadeli swap imkânı getirmiştir.[3] Ancak yapılacak mali genişlemede dikkat edilmesi gereken en önemli husus, Türk ekonomisine dair hâlihazırda var olan güvensizliği daha da artırmamasıdır.

 

Enflasyonu, dolarizasyonu, uluslararası borçlanma maliyetlerini artıracak bir yaklaşım, alınacak önlemlerin yarardan çok zarar getirmesi ile sonuçlanabilir. Miktarı, nasıl ve nerede kullanılacağı, zamanlaması, hangi vadede geri çekileceği şeffaf bir biçimde paylaşılmamış malî genişleme, hangi yöntemle yapılırsa yapılsın, Türk ekonomisinin uzun vadede sorunlarını daha da büyütür.

 

Enflasyonda ve uluslararası borç ödeme kapasitesinde Arjantin’le baş başa kalmış Türkiye için mali genişlemenin, siyasi ajandayı hayata geçirmek için bir fırsat değil, tüm unsurları ile durmuş zayıf ekonomiyi bir nebze ayakta tutabilmek için kullanılabilecek bir enstrüman olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle mali genişleme için kullanılabilecek farklı yöntemler olmakla birlikte, hâlihazırda bu seçenekler arasında en az riskli olanının, iyi kurgulanmış, şeffaf ve hesap verebilir bir yapıyla yönetilen, “Korona Tahvili” olduğunu düşünüyorum.

_______

[1] Economic Research Note “Can the IMF stop a sudden stop in capital?”, J.P.Morgan Economic Research, March 27, 2020

[2] Economic Research Note “Can the IMF stop a sudden stop in capital?”, J.P.Morgan Economic Research, March 27, 2020

[3] Aylık Bülten, Merkez-Hazine, “MERKEZE GEREK YOK İHTİYAÇ OLAN PARAYI BANKALAR BASABİLİR…”, Nisan 2020, Bürümcekçi Research&Consulting

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.