Yoksa Siz Bizim Hâlâ Küreselleştiremediklerimizden misiniz?
andemi sırasında devletler sınırlarını kapatıp toplumları da Kuzey Korevari içe kapattılarsa bile daralan ekonomileri pabucun fena halde pahalıya mal olacağını kendilerine öğretti. Sonrasında ulus-devletler yabancı yatırımcı ve turist çekmek için eski kapitalist yarışlarına hem de daha iştahlı döndüler. O yüzden küreselleşme birileri öyle istiyor diye berhava olacak bir oluşum değil, zira küreselleşme tam da bizi biz yapan insanlığın bu gezegeni ev edinme süreci.
Çocukken sanki diksiyon pratiği yapar gibi tek nefeste söylemeye çalıştığımız en zor tekerlemelerden bir tanesi “Yoksa siz bizim hâlâ Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız yoksa Çekoslovakyalılaştırdıklarımızdan mısınız?” idi. Haliyle Çekoslovakya, daha önce 1968’deki Prag Baharı’nda içinde uhde kalan liberalleşmeyi 1989’da Kadife Devrim ile gerçekleştirip Sovyetler Birliği’nin de dağılmasını müteakiben 1 Ocak 1993’te sessiz sedasız Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrılınca tekerleme de –vintage işlevini saymaysak- meta değerini çoktan yitirip tatlı bir nostalji olarak belleklerimizde kaldı. Başlık, o tekerlemeden mülhem bir retrodur, vintage değildir (Artık öğrenin ikisinin arasındaki farkı ki kazıklattırmayın kendinizi).
Aslında soruyu mefhum-u-muhalifinden şöyle de sormak mümkün: Küreselleşmemek mümkün mü? Elbette soruyu böyle sual edince sanki küreselleşme kendisinden kaçılması gereken ama eninde sonunda bölüm sonu canavarı olarak bizi yakalayıp bir ısırığıyla da kendisine dönüştürecek bir zombi. Lümpen milliyetçiler için küreselleşme tam da bu heyulayı tanımlıyor ve bu yüzden küreselleşme ile savaş, bana, serde şövalyelikle Don Kişot’un tahayyülündeki canavarlarla savaşıyorum diye yel değirmenleriyle savaşmasını hatırlatıyor. Zira küreselleşmeyi zaten devam ettiğinden dolayı “süreç” olarak adlandırıyoruz ve süreç sonlandığında -ki öyle bir son varsa- neyle karşılaşacağımızı henüz bilmiyoruz. Çünkü küreselleşme, içinde mebzul miktarda ve kesif çelişkileri barındıran paradoksal bir süreç. Hatta öyle bir süreç ki; insan emeğinin sonucu olarak insana benzeyen bir süreç ve biz ne kadar çelişki doluysak küreselleşme de öyle diyebiliriz nihai kertede.
Distopik İhtimaller
Küreselleşmenin nasıl sonuçlanacağına dair düşüncelerimizin nihai durağı bir anlamda dünyamızın akıbetine dair distopyalarımızdan bağımsız değil. Uzak ama yabana atılmayacak senaryolardan bir tanesi, uydumuz olan Ay’da ve Mars başta olmak üzere gezegenlerde koloniler kurmak marifetiyle şimdilik yegâne yaşam alanımız (lebensraum) bu mavi bilyeyi terk etmek. Bir diğeri ise dünyanın bildiğimiz manada canlı yaşamı için sunduğu flora ve faunayı artık sunamayacak hale gelmesi sonucu gezegenin tükenişi. Aslında ikinci ihtimalin küresel ısınmayla giderek daha da belirginleşmesi ilk olasılığı bir mümkün haline getirmek için uğraşıyı daha anlamlı kılıyor. Elbette bu iki distopik ihtimal kadar dünyayı olabildiğince yaşanabilir kılmak için karbon ayak izi takibi gibi iyi niyetli uygulamalar veya Kyoto Protokolü ile Paris İklim Anlaşması gibi adımlar da elbette takdire şayan çalışmalardır. Küreselleşme bundan dolayı dünyayı daha yaşanası kılmak adına da bir süreç olarak belirginleşiyor zaten.
Küreselleşmeyi tanımlama meselesine gelince, dünyanın bir küre olduğunu teorik anlamda ilk sunan Pisagor olsa da bu iddianın ispatlanması için iki milenyum kadar Macellan’ın 1512’deki seferini beklememiz gerekti. Dünyanın şekil olarak kutuplardan basıklığı nedeniyle tam bir küre olmadığını ve bu yüzden şeklinin “geoit” olarak adlandırıldığını akılda tutmamız gerekir. Bunun yanında dünyamızın hâlâ düz olduğunu iddia edenleri de yabana atmamalıyız, çünkü zaten düz olmasa düşerdik. Gezegenin bir bütün olarak keşfedilebilmesi anlamında küreselleşmeyi Coğrafi Keşifler ile başlatmak bundan dolayı yaygın bir anlayıştır ya da en azından küreselleşmenin birinci dalgası olarak adlandırılır literatürde.
Küreselleşmenin Tohumları
Kendi adıma, küreselleşme için bir milat aramak yerine onu insanlık tarihiyle özdeşleştirmeyi yeğliyorum; çünkü insan ister Afrika’dan tüm dünyayı tanımak ve kendine yurt edinmek üzere yola çıksın ister başka kıtalarda da eşzamanlı ortaya çıksın, onlar da başka kıtalardaki türdeşleriyle karşılaşıncaya dek yolculuklarını devam ettirmişlerdir. Beyaz adam Karayiplere ulaştığında ev sahiplerinin gelenleri “Tanrı” olarak adlandırması kendi teolojilerine göre Tanrıların denizden gelecek olduğuna dair inanç olsa da, zamanla beyaz adamın şeytan olduğu Aztek ve İnka uygarlıklarından yemek takımları da dahil altın ve gümüş ne bulduysa eritip Avrupa’ya taşımalarıyla sonuçlanmıştır. Sadece değerli metalleri götürseler yine iyi diyeceğimiz bu sömürü anlayışı, yeni keşfedilen kıtanın ev sahiplerini biyolojik anlamda bile insan olarak telakki etmeyip köleleştirmeleriyle sonlanmıştır.
Küreselleşmenin bir diğer sonucu olarak bu aniden gelen altın ve gümüş ile birlikte kıta Avrupası’nda başlayan enflasyon, tüm dünyayı Merkantilizmle sonuçlanacak şekilde etkilemiştir. Aynı beyaz adam, Afrika’daki sömürgeciliğinde ise buradaki hemcinslerini aynı kötü muameleyle yeni keşfettiği Amerika’daki pamuk tarlalarında çalıştırmak üzere taşımıştır. İşte ilk kez tüm dünyada etkili olacak bir medeniyet olarak Batı uygarlığı, bu anlamda emperyalizmle özdeşleştirilecek küreselleşmenin tohumlarını atmıştır.
Küreselleşmenin bu bağlamda aynılaştırıldığı bir diğer kavram ise Batıcılıktır. Halbuki Batıcılık modernizmin başladığı Avrupa’dan sonra Amerika’da yoğunlaşmasıyla ilinti bir adlandırmadır. O yüzden modernizm sadece Batıcılığa hasredilemeyecek kadar alternatif moderniteleri içerir. Batı medeniyeti Judeo-Grek kökenleri itibarıyla teolojik anlamda Antik Yunan paganlığından olduğu kadar Musevilik ve Hristiyanlığın Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit (İncil) kaynaklarından da beslenir. Hatta Antik Yunan yazmalarının Arapça çeviriler üzerinden Avrupa’ya ulaşmasının Rönesans ve Reform hareketlerini tetiklediğini hatırlarsak bu anlamda son Ahit (Kur’an) yabancısı da değildir Batı medeniyeti, fakat her sentez gibi bunların toplamından da farklı bir şeydir nihai kertede. Nasıl ki modernizmi sadece Batıcılığa indirgemek bir sakillikse küreselleşmeyi de emperyalizme indirgemek başka bir nobranlıktır. Her ne kadar kesretten kinaye küreselleşme diyorsak da aslında bir tane küreselleşme değil küreselleşmeler olduğu gibi aynı açmazı modernizm için de yaşıyoruz, çünkü modernizm de bire indirgenmeyecek kadar muhteliftir.
Küreselleşmeye dair yapılan indirgemeciliklerden birisi de onu uluslararasıcılıkla (internationalism) özdeşleştirmek. Halbuki adı üstünde küreselleşme, uluslararasıcılıktan ziyade ulusaşırı (transnational) bir t/öze sahip. Burada karşımıza çıkan bir başka paradoks da -lümpen taraftarları üzerinden küreselleşme karşıtı hatta düşmanı olsa bile- tarihi yürüyüşü bakımından milliyetçiliğin küresel bir ideoloji haline gelmesinin ancak ulus-devletlerin küresel bir siyasal antiteye dönüşmesinin sonucu olduğunu kavramak gerekiyor. İşin özü milliyetçilik, eğer küreselleşmeye savaş açıyorsa, garip bir şekilde bindiği dalı keserek kendine de savaş açıyor demektir. Ulus-devletler modern bir siyasal varlık olarak uluslararası sistemi posta teşkilatından tutun da spor müsabakalarına kadar inşa ettiklerinde, küreselleşmeye su taşıyan uluslararasıcılığı da mümkün kıldılar. Lakin küreselleşmenin Antik Yunan’daki kozmopolitan kökenleri ulus-devletin sunduğu gömleğe sığmayı mümkün kılmadığı için bugün küreselleşmeden bahsediyoruz, yoksa uluslararasıcılık zaten BM’den Interpol’e iyi kötü tamamlanmış bir projedir.
Dünya Vatandaşlığı
Bir diğer indirgemecilik de bu süreci günün sonunda etnik mutfaklar ve damak tatları başta olmak üzere diğer coğrafyalardaki gastronomiye ulaşabilirliğe eşitlemek. Öncelikle şu konuda anlaşalım: Bir yabancı dil öğrendiğimizde o dile dair kültürü de öğrenip içselleştirmemize rağmen otomatikman o kültürün de bizi içselleştirmesi gerekmiyor. Pizza yediğiniz, hatta çok sevip tüm öğünlerinizde tükettiğinizden ötürü İtalyan olamayacağınıza göre aynı şekilde suşi tükettiğinizde de Japonlaşmıyorsunuz. Hatta deneyen var mıdır bilmem ama deneysel mutfak erbabına suşili pizza önerisinde bulunmak isterim ki böylece damaklarımız bayram edebilir. Küreselleşme elbette bizi farklı damak zevklerine açık hale getirirken bunu sanatın çeşitli versiyonları bakımından da tecrübe ediyoruz. Örneğin rap müzik her dilde icra edilebildiği gibi stand-up veya doğaçlama gösterileri de isimlerinden dolayı Batı’yla özdeşleştirmek gerekmiyor, zira kültürel olarak benzer sahne sanatlarının yerli ve milli olanları meddahlık ve tuluat olarak zaten kültürel hazinemizde. Küreselleşmenin asıl dikkat çekici yönü ise siyasal anlamda değilse bile bizi zihnen birer dünya vatandaşı kılması. Elbette bizi dünya vatandaşı olarak nitelendirilebilecek düzeyde dünyadan haberdar olabildiğimiz kadar dünya vatandaşıyız ya da en azından dünya toplumunun parçasıyız.
Küreselleşmeye dair bir diğer indirgemecilik de sanki küreselleşme bütün alanlarda aynı hızla ilerliyor vehmine kapılmak. Nasıl ki ekonomik küreselleşme siyasal küreselleşmeden önde ise ekonomik küreselleşme de kendi içinde ayrışıyor. Örneğin, finansal küreselleşme ışık hızında ilerlerken emeğin hareketliliği önündeki siyasal sınır engelleriyle adeta bir kaplumbağadır. Nasıl ki hepimizin küreselleşmesi ister birey bazında ister ülke bazında aynı değilken, küreselleşmeye maruz kalıp tüketiciliğimizle küreselleşmeyi etkilemek bağlamında üreticiliğimiz de aynı değildir. Lakin Amazon Ormanlarında veya Sahra-altı Afrika’da dünyadan izole bir halde yaşayan bir kabilenin parçası değilsek (burada övgü veya yergi yoktur muhayyel kabileye dair, işgüzarlık etmeyin!) şu yazının size ulaştırılması bile küreselleşmenin en belirgin şekilde üzerinde yükseldiği internet sayesinde oluyor.
Sonuç olarak başlıktaki ifademizden muradımız ortadadır. Özellikle pandeminin yoğun olarak hissedildiği dönemde devletler sınırlarını kapatıp toplumları da Kuzey Korevari içe kapattılarsa bile bunun sonucunda daralan ekonomileri pabucun fena halde pahalıya mal olacağını kendilerine öğretti. Sonrasında ulus-devletler adeta yabancı yatırımcı ve turist çekmek için eski kapitalist yarışlarına hem de daha iştahlı döndüler. O yüzden küreselleşme birileri öyle istiyor diye berhava olacak bir oluşum değil, zira küreselleşme tam da bizi biz yapan insanlığın bu gezegeni ev edinme süreci. Yoksa aramıza duvardan, tel örgüden sınırlar girdi ve/ya siyasal haritalar çizildi diye dünyanın yekpareliği fiziksel anlamda değişmiyor, çünkü üzerimizdeki gök kubbe ve altımızdaki yeryüzü hepimizin ve hepimizle dünya oluyor.