Kalkınma Planı ve Bütçe Konusunda İktidara Açık Mektup
Yeni hükümetinizin topluma verdiği yegâne mesaj “irrasyonel politikalara son vermek” idi. Bu hem geçmiş dönemleri tarihe gömen bir itiraf, hem de aklıselime yaklaşıldığına ilişkin bir umut nişanesi idi. Ama bu sözlerin sadece ekonomi alanında kalması yetmez. Yani sadece iktisadi alanda rasyonalite ile yetinemeyiz. Onun altyapısı hukuktur! Hep altını çizdiğimiz üzere, hatta dünyanın neresinde olursanız olun onsuz olunamayacağını, en temel altyapı umdesi olduğunu biliyoruz hukukun!
Sayın Cevdet Yılmaz’ın konuyla ilgili açıklamalarını dinledik, bastırdığı kitapçığı da irdeledik. Ekonomist olmayan bir analist gözüyle, bazı eko-politik ve hukuki değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak ve gerekli uyarılarda bulunmak istiyorum.
Lafı uzatmadan, kitabın ortasından şu soruyu sorarak başlayalım:
“Büyük Türkiye”, “Güçlü Türkiye”, “Uçacağız, kaçacağız” mottolarıyla topluma lanse edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne (CHS) geçtiğimizden bu yana, yani 11. Kalkınma Planı’ndaki hangi hedefler tutturuldu?
Sayın Yılmaz’ın sunumunda da geçen “Türkiye Vizyonu” gibi ifadelerin karşılığı olarak ne yapıldı?
Maalesef, henüz yapılamamış olanların hesabı veril(e)memişken, bizleri “hayal etmeye” davet eden bir sunum daha görüyoruz önümüzde.
Lütfen bırakın 30 yıllık vizyon tabloları çizmeyi. Siz hangi Orta Vadeli Programı (OVP) tutturdunuz da bizlere içinde yine “2053” geçen vizyon metinleri sunmakla iştigal ediyorsunuz?
Bakın, hiç de siyasi bir soru sormuyorum. Matematik somutluktan bahsediyorum.
Hangi OVP’nin kısa vadeli hedefleri tuttu da şimdi bizlere -sözde yepyeni- ama aslında sürekli tekrarlanan propaganda metinleriyle geliyorsunuz!
Önce topluma, damat Bakan’ın 28 ay boyunca içinde olduğu son 5 yıllık sürecin hesabının verilmesi gerekmez mi?
Bize çokça modelden bahsedildi cafcaflı sözlerle.
Biri iflas edince diğerine geçildi.
Yeni Türkiye Modeli (YEM) vardı bir zamanlar ne oldu ona?
Türkiye Ekonomi Modeli (TEM) vardı, lafı bile edilmiyor artık.
Hatta damat Bakan Çin Modeli’nden bile dem vurmuştu satır aralarında.
Hani şu kalkınma için demokrasinin gerekmediği model!
Hepsini duydu bu kulaklar; hepsini işitti bu toplum ama karşılık olarak ne gördü?
Bunlara ilişkin eleştiriler yapıldığında sadece iki şeye sığındınız: “Pandemi var”; “Dünyada da ekonomi kötü” dediniz.
Başka bir savunu mekanizması geliştiremediniz.
Aklıselim sahipleri o 5 yıl boyunca “adalet, hukuk, demokrasi, şeffaflık, denetim, ehliyet-liyakat, öngörülebilirlik, rasyonalite” dediler ama gelin görün ki, uydurma sıfatlarla savunulan irrasyonel sözde modeller, ülkeyi bir batağın içine sürükledi. Bunu sadece biz söylemedik, en nihayetinde yeni Bakanımız “rasyonaliteye geçiyoruz” diyerek bir nevi itiraf niteliğinde bir cümle kullandı. Eski bakan onun sözlerini dinledikten ve görevi teslim ettikten sonra bir “oh” çekti!
Halbuki her TV programında “gözlerimin içine bakın, ülkenin nereye doğru yol aldığını göreceksiniz” diyerek müjdeler (!) vermişti topluma.
Tarihinde görülmemiş iç ve dış borç rakamları, yüksek faiz, yüksek kur, yüksek enflasyon sarmalı! Her üçünde de çuvallamayı aynı anda becerebilen bir yönetime mahkûm olduk 5 yıl boyunca.
“Faiz sebep enflasyon sonuç” dendi. “Nas var” dendi. 2003’ten bu yana faizlerin en yüksek olduğu dönemleri yaşadık. Halen de debelenmeyi sürdürüyoruz maalesef.
Her fırsatta “nas var” diyerek dini hassasiyetlere seslenildi ama 700 milyar TL’den fazla kamu kaynağı toplumun varlıklı kesimlerine aktarıldı.
Yani resmen, varlıklı kesimlere “merak etme seni KKM garantisi ile sübvanse edeceğim, oluk gibi para aktaracağım”, alttakilere ise “kusura bakma, senin vergilerini bu servet sahiplerine aktaracağım” denmiş oldu. Senaryosu kötü, yönetmeni tecrübesiz, çalışanları isteksiz bu filmi döne döne izlettiniz bu topluma.
O günden bu yana dolar dört katına; konut ve kira fiyatları ise tam altı katına; enflasyon ise üç katına çıktı ve gelir dağılımı daha da bozuldu. Milyonlarca vatandaşımız ciddi bir barınma kriziyle baş başa kaldı. Ev sahipleriyle kiracılar birbirine girdi. Milletimiz ciddi bir suç ve yozlaşma iklimine maruz kaldı.
Sizlerin ‘çözüm’ diye ortaya attıklarınız ise suç dosyalarını kabartmaktan başka bir işe yaramadı. Millet çözüm olarak köyüne, kasabasına geri dönmeye çalışıyor; onda bile ciddi maliyetler ve riskler oluştu. Maalesef bütün bu tabloyu dış güçlere, dünya şartlarına bağlamaktan geri durmadınız; eleştirenleri “mandacı” bile ilan ettiniz!
Bu zihniyetin tüm kötülükleri önümüze serildiği halde ısrarla, inatla bir ucube model ülkeye dayatıldı. Fakirleşme arttı ve yaygınlaştı, orta direk ortadan kalktı, sınıflar arası uçurum fecaat bir hale geldi.
Enflasyonda Zimbabwe gibi, dünyanın sondan beş-altı ülkesi arasına girmeyi başardık (!).
Yani o işlerin kötü gittiğini söylediğiniz dünya bir şekilde hem pandemiye hem de enflasyona karşı tedbirler alırken; bizler aslında kendi iç sebeplerimiz, kendi iç saçmalıklarımız, kendi intihar modellerimiz sayesinde ülkenin birikimini tükettik!
Ama şeffaf biçimde hiçbirinin hesabı verilmedi!
3Y, yani Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasakları bitirmek için gelen iktidarınız, tam da CHS ile ülkeyi tüm endekslerde üst sıralara taşıdı.
Her bir OVP bir diğerini aratır hale gelirken, hatalar zinciri liyakatsiz kadroların cehaleti ve inadıyla birleşip ülkenin çanına ot tıkarken; TÜİK gibi kurumlara da yalan söyleterek ülkenin gerçek hali toplumdan gizlendi. Mızrak çuvala sığmadığı halde de buna devam edildi. Patates, soğan depoları basmaktan market açmaya kadar, topluma illüzyon gösterileri izletildi.
30 yıllık bir resim çiziyorsunuz bize, 2053’lerden bahsediyorsunuz ama geçmiş OVP’lerin ve 11. Kalkınma Planı’nın özeleştirisini ortaya koy(a)muyorsunuz!
Biz henüz şeffaf biçimde kendi gerçekliğini kabul eden bir hükümetle hiç muhatap olmadık ki, şimdi ortaya konan hedefleri ciddiye alabilelim.
Sunum güzel oldu; uzun rapor emek mahsulü, lakin yakın geçmiş bu hükümetin itibarının da raporunu rakamlarla sunmakta bize.
Üstelik bu sadece ekonomi ve finans boyutu.
Ya Kalkınmanın Temelindeki Yargı ve Demokrasi Karnemiz
Peki ya kalkınmanın, gelişmenin, üretmenin temelinde yer alan adalet, hukuk ve demokrasi endekslerindeki durumumuz nedir? Tam anlamıyla içler acısı.
Yargının bağımsızlığı meselesinden KHK’lı mağdurlara, FETÖ Borsası konusundan OHAL sürecindeki siyasi yargılamalara, cezaevlerini boşaltmaktan ve birtakım mafyatik unsurları affetmekten başka işe yaramayan infaz yasalarındaki değişikliklere kadar durumumuz tam anlamıyla içler acısı.
Peki altyapısında hukuki öngörülebilirlik olmayan, tüm güçlere tek elden müdahaleyi mümkün kılan, nepotizmi ödüllendiren, mülakat sistemleriyle torpili yaygınlaştıran ve insanların haklarını gasp eden, toplumdaki kutuplaşmayı artıran, bir tweet’in bedelini halkına adaletsizlik olarak fatura eden bir sistem orta yerde duruyorken, sizler hangi 2053 vizyonundan bahsediyorsunuz?
OVP’lerin sözde hedefleri bile birkaç gün içinde yerle yeksan olurken, bize 2026’nın hayali rakamlarıyla geldiğinizin farkında değil misiniz?
Evet, geçmişin günahkâr ve liyakatsiz kadrolarının bir kısmı değişti ama bir kısmı da kayyım gibi bu yeni kadroların tepesinde adeta.
Hâlâ geçmişin bazı başarısız aktörleri taltif edilmeye devam edilir, BDDK gibi kurumların başına dikilmişken, bizler yeni kadroların gerçek manada özgür olduklarına, ellerinin güçlü olduğuna nasıl inanacağız?
Kurumsallaşmadan uzak, tek adamın iki dudağı arasındaki bu sistemde yarın onlara da, geçmiştekiler gibi yol verilmeyeceğinden nasıl emin olacağız?
Ülke ciddi manada sermayeye muhtaç, yakın vade borçlarımız gelip çatıyor ve rakamlar devasa. Bir yerlerden para bulup işleri yürütmemiz lazım, o parayı borçlanmada da dünyada en fazla faiz ödeyecek ülkeler arasına girdik.
Çünkü güven yok. Borçlanma faizlerini yüksek tutan dış dünya bir yana, içeride güvenin kalmadığı bir ülke haline geldik. Eskilerin yerine ikame edilen bazı isimlerle değişim görüntüsü oluşturmaya çalışan bir yapı görünümü arz ediyor bu iktidar. Hakkını teslim edelim, sayın Cumhurbaşkanı bu konuda mahir. Eleştirilere bakıyor ona göre birtakım vitrinsel değişimlere gidiyor.
Yanlış anlaşılmasın. Bendeniz gibiler, geçmişten de tanıdığımız bazı isimlerle yol alınmasını olumlu buluyoruz. Tam da bu yüzden bu isimler için endişe ediyoruz. Bir kurumun başına geldiklerinde acaba kendi zihniyetlerinde olan bürokratlarla hareket edebilecekler mi, kendi kadrolarını kurup tam bağımsız şekilde bir kurumsallık ortaya koyabilecekler mi diye ülkemiz adına da, onlar adına da endişe duyuyoruz. İşte mesela bu sunumu yapan sayın Cevdet Yılmaz. Geçmiştekilerle kıyaslandığında itiraz edilebilecek bir isim mi? Ama inşallah bu gelecek tasvirini nasıl bir ülkede yaptığının farkındadır ve hukuki ve demokratik altyapı olmadan, yargı bağımsızlığı olmadan, Varlık Fonu gibi denetlenemeyen bütçe dışı kuruluşların olduğu bir ülkede bu hedeflerinin gerçekleşebileceğine olan inancı tamdır!
Bakın sizlerle samimi duygularımı ve endişelerimi paylaşıyorum. Eminim sayın Bakan da bu satırları yazarken bütün bunları düşünmüştür.
Bir ülke düşünün ki OHAL Komisyonu Başkanı “OHAL kararları yargı kararlarının üstündedir” diyebildi.
Bir ülke düşünün ki bırakın AİHM’i, üst yargı tarafından bile içtihaden değiştirilen kriterlerle on binlerce insanı haksız yargılamalara tabi tutabildi.
Bir ülke düşünün ki, sadece eksik evrakları için evine gittiği bir sığınmacıyı bulamadığı için, evinden annesini alıp tam bir ay boyunca Göç Merkezi’nde rehin tutabildi.
Bir ülke düşünün ki üst mahkeme kararlarına yerel mahkemeler uymamakta ısrar ediyor.
Bir ülke düşünün ki, siyasi yargılamalarda mahkeme heyetleri değiştiriliyor; kararlar siyaset tarafından belirleniyor; hukuka uymaya gayret edenler sürgüne yollanabiliyor; coğrafi teminat (hâkim teminatı) ayaklar altına alınabiliyor; (ki oysa sayın Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanları bunun önemini ‘Yargı Reformu’ paketlerinde altını çize çize ifade etmişlerdi) hâlihazırda yargıda rüşvet iddiaları en yüksek yargı mercileri tarafından mektuplara konu edilebiliyor. Bazı medyatik siyasi figürlere siyasi rehine muamelesi yapılabiliyor; hukuk endeksinde son sıralara doğru hızla ilerleniyor.
Peki bir ülkenin güvenilirlik endeksi değil midir onun itibarını gösteren!
Hukuk ve demokrasi çıtası değil midir yatırımcıya, üreticiye, istihdam sağlayacak olana güveni veren? Bunları sizler de çok ama çok iyi biliyorsunuz. Peki bunlarla ilgili vizyonunuzu ne zaman gerçek manada pratiğe dökeceksiniz? Bunları aşarak bahsettiğiniz hedeflere gerçekten ulaşabileceğinizi düşünüyor musunuz? Daha ötesi, acaba kendi makamlarınızdan emin misiniz?
Hele ki başarısızlığınız için bizatihi harekete geçmiş olan ve pusuda bekleyen iktidarın diğer kliklerinin ayak oyunlarını, taleplerini, arkadan dolanmalarını, liyakatsiz ama muhteris kadrolarını da gerçekten alt edebileceğinizi düşünüyor musunuz? Bunları başarmadan çizdiğiniz ve millete umut olarak lanse ettiğiniz hedeflere ulaşmak mümkün mü?
Hele ki gri listelerden adımız silinmeden bu mümkün mü?
Peki bütün bunlar, yani yaşadığımız ekonomik zorluklar ve itibar kaybını aynı anda yaşamamız hak mıdır reva mıdır?
Peki bu tablo orta yerde duruyorken, dışarıdan gelecek birkaç milyar dolar ile hem ekonomiyi hem de yıllarca biriktirilen ama son 5-6 yıldır hoyratça harcanan itibarı kurtarmak mümkün müdür?
Peki hâlâ şeffaf olmayan yöntemlerle, kuru baskılamak için, arka kapı operasyonlarıyla kur satışları yapılıyorken, bunlardan gelecek birkaç milyar ile ülkemizin yatırımcılarına, üreticilerine umut aşılayabilmek mümkün mü?
Peki ya hukukun bypass edildiği bir vasatta o güven oluşur mu?
AİHM’in son aldığı Yalçınkaya kararına itiraz ederek, o kararın emsal oluşturduğunu, yeniden yargılamalar için umut oluşturduğunu en üst perdeden inkâr ederek ülkede insani ve iktisadi bir sinerji oluşturmak mümkün mü?
Diyorsunuz ki “Dünyanın ilk 500 üniversitesi içinde 100 Türk üniversitesi olacak” Allah aşkına sayın Yılmaz, siz kime, neyin hayalini pazarlıyorsunuz? Herhalde size bu hedefle ilgili bilgi verenler o 500 üniversite içinde bir tane bile üniversitemiz olmadığının bilgisini vermemişler! Eğer verselerdi eminim hiç olmazsa o satırları tashih etme cihetine giderdiniz!
Lise açar gibi her köşede üniversite açarak, o üniversitelerde nepotizmin yaygınlaşmasını engelleyemeyerek mi başaracaksınız bu hedefi!
Torpilin, iltimasın malum yapının etkili olduğu dönemleri aratmayacak derecede yaygınlaştığı, niteliğin yerlerde süründüğü, Şehir Üniversitesi gibi mücevher değerinde üniversitelerimizin kapatıldığı böyle bir süreçte bu söylediklerinize siz inanıyor musunuz acaba?
Kutuplaşmanın bu oranda yaygınlaştığı, fikirlerin silah gibi görüldüğü, fikir ayrılıklarının yargıya taşındığı, fikir özgürlüğü endeksinde yerlerde süründüğümüz bir süreçte mi bu hedefe yürüyeceksiniz?
Herhalde Elon Mask’ın sayın Cumhurbaşkanı’yla bir fotoğraf vermesi saray bürokrasisini heyecanlandırmış olsa gerek! Oysa o işler öyle yürümüyor sayın Yılmaz. O bir süreç. Zincirleme doğru işlerin, doğru kurumsallaşma metotlarının, doğru zihniyet kurgularının, ehliyet ve liyakate dayalı eğitim modellerinin kavi şekilde işlediği bir birikimle oluyor. Birikimleri tırpanlayarak olmuyor! Birikmiş tecrübeleri yerle yeksan ederek, bilgi yuvasına, medeniyet ve hikmet evine düşman muamelesiyle kütüphaneleri, kitapları yerlerde sürüyerek olmuyor. Eğitimcileri mağdur ederek o hedeflere yürümek mümkün olmuyor. Tersine beyin göçüne maruz bırakarak o hayaller gerçekleşmiyor. Sağlıkçılarınızın, doktorlarınızın, mühendislerinizin umutlarını yıkarak, ülkeyi umutsuzluklar girdabına sokarak hamasi sözlerle hedefler gerçekleşmedi, gerçekleşmiyor da!
İsterseniz bırakalım uzun vadeyi de yakın vadeye bakalım.
Başta sorduğum soru halen geçerli. Bırakın 2053’leri, 2071’leri. 5 yıllık kalkınma planlarının ve OVP’lerin hangi hedefleri gerçekleşti de şimdi bizlerden bugünkü çizilen hedeflere ümit bağlamamız isteniyor?
Sakın “pandemi, dünya” falan demeyin. O rakamlar da hepimizin elinde. Dünya neye nasıl önlem alıyorken, bizler nasıl tepetaklak gitmekten bir türlü düzlüğe varamadık hepsi kamuoyunun malumu. Hani damat Bakan diyordu ya. “Nisan marttan, mayıs nisandan kötü olacak diye propaganda ediyorlar” diyordu da maalesef her geçen günümüz bir öncesini aratır oldu. Hani diyordu ya “Dolar şu kadar olacak, 5 bin 10 bin” diye adeta milletle dalga geçiyordu ama daha kötü günleri de gördük. Doların, mazotun, gübrenin, konut fiyatlarının, kiraların buralara vardığını gördük.
Dedim ya sakın “dünya, pandemi” falan demeyin diye. Demeyin, çünkü eğer öyle olsaydı defalarca MB Başkanları, Hazine ve Maliye Bakanları değişmezdi bu ülkede. Dahası, bizdeki değişimler genelde “laf dinlememelerinden” oldu maalesef. İşleri rasyonel çerçevede, akla, bilime ve dünya gerçeklerine uygun şekilde yürütmek isteyenler maalesef vebalı konuma itildi, itibarsızlaştırıldı. Sayın Mehmet Şimşek’in bu ülkeden nasıl kaçar gibi gittiğini unutmadık. İtibarıyla nasıl oynandığını unutmadık. Şimdi eğer bu hatalardan dönülüyorsa kim bu sürece destek vermez ki! Ama o desteğin boş, hamasi bir destek olmayacağı da malumunuzdur.
Vitrin bir parça temizlendi diye olmaz o destek. Gerçekleri hep birlikte izliyoruz ve endişelerimiz halen baki. İşte az evvel bir kısmını, hem de küçük bir kısmını sıraladım.
Bakın, sizler “2053” diyorsunuz, “2-3 yıl içinde şu hedeflere varılacak” diyorsunuz ama daha seçimlerden önce verdiğiniz sözleri tutmadınız!
Bırakın seçimleri, 2019 yılından bu yana yapımına söz verdiğiniz TOKİ’lerin 29 ilde daha temelini bile atmadınız ama enerjide, dijital endüstride, eğitimde şunda bunda bize yüksek hedefler tanımlıyorsunuz.
Bizler 2012 yılının bile hedeflerinin gerisine düşmüşüz ama o hedeflerin bile gerisinde hedefler ortaya koyuyorsunuz.
Dedim ya bırakın orta vadeyi, çeyrek asırları falan konu etmeyi.
Siz seçimin ardından geçen birkaç aylık süreçte bu halk için neler yaptınız ve neden yaptınız önce onu açıklayın!
Hani Nerede Yapısal Reformlar!
CHS ülkenin DNA’sıyla oynamış, demokrasi geleneğini altüst etmiş, kurumsal hafızaları yok etmişken; hızlı hareket edeceğiz dendiği halde onlarca KHK’ya karşılık ondan daha fazla düzeltme KHK’ları çıkarıp, ciddi yıkımlara meydan vermişken; ekonomiden hukuk ve yargıya dek sistemin üzerine karabasanlar çökmüş, güçler ayrılığı tarumar edilmişken sizler çıkıp hâlâ bir ‘Yapısal Reformlar’ dizgesi açıklamadınız!
Bunca felaketin ardından, bunca gözle görünür eko-politik depremin ardından ülkenin yapısal reformlara ihtiyacı varken, bunları göz ardı edip sadece hayaller listesi hazırlamak olacak iş değil!
Hadi geçtik yapısal reformları, peki bu kalkınma hedeflerine dönük kamusal tedbirler de mi açıklanmaz!
Yok mu ülkenin ihtiyacı? İçine girilen israf girdabına dönük önlem almadan, halkta bir moral motivasyon oluşturmadan bu hedeflere dönük sinerji oluşturabilmek mümkün müdür?
5 yılın yükünü paylaştırırken kamusal tasarruf tedbirlerinden bahis bile yok, ama aylardır son 5 yılın maliyeti yine emeklinin, işçinin, çiftçinin, ücretlinin sırtına yüklendi. ÖTV’ler, KDV’ler yükseltildi, gelir vergileri reel olarak arttı.
Kamu Özel İşbirliği Projeleri (KÖİ) hâlâ hiçbir tartışmanın, şikâyetin konusu edilmiyor. Nesillerimizin geleceğini ipotek altına alan, seçim sath-ı maillerinin kurdelelerine yetiştirilmek için maliyetleri ciddi manada körüklenen dövize endeksli ödemeler masaya yatırılmış değil.
Rahmetli Özal ve Adnan Kahveci’nin gelecek nesillere vasiyet olarak bıraktığı ve ileride “zinhar bulaşılmamalı” dedikleri, inanılmaz haksız bir servet transferi sarmalı doğurmuş ve halkın kamburu haline gelmiş olan KKM’lerle ilgili ne olacağı hâlâ meçhul. Rantçıya, torpilliye, üst kesime, sermaye sahibine, garibana yüklendiğiniz gibi yüklenmediniz. Haksız mıyız? Siz söyleyin.
Son birkaç yılda akıldışı politikalar sayesinde ucuz krediyle zenginleşen, ucuz işçilikle semiren, TL değer kaybıyla refahı artanların kazandıkları yanlarına kâr kaldı. Vergide ve gelir paylaşımında adalet sağlanamadı. Emek ucuzladıkça ucuzladı. Sömürüldükçe sömürüldü. Biz değil rakamlar söylüyor.
Basit bir soru size: Vergi istisnaları ne oldu? Hangi düzeyde ve neden?
Vergi istisnaları toplanan vergilerin neredeyse beşte birine ulaştı.
Bir vergi istisna oranlarına bakın, bir de milyonlarca çiftçiye verdiğiniz desteklere. Hadi bir karşılaştırın bakalım.
Ya da şöyle diyelim; bir çiftçiye verdiğiniz desteğe bakın, bir de KKM oranlarına. Bu devasa oran farkı emeğiyle geçinen aynı çiftçinin, işçinin, dar gelirlinin sırtına yükleniyor üstelik. Çünkü ‘Halkın Hazinesi’nden, beytülmalden, halkın kesesinden onlara aktarılıyor.
Bir taraf çeşitli adlar altında üretilen mekanizmalarla vergi ödemekten kaçınabilirken, ücretli kesimin bu konuda hiçbir şansı bulunmuyor.
Bırakalım gelecek hayalleriyle süslü GSYH açıklamalarını da, gelir adaletinde neleri, nasıl yapmayı, hangi adımları atmayı düşünüyorsunuz onu açıklayın. Ülkenin yüzde 20’si AB seviyesinde hayat sürerken, Bangladeş seviyesindeki en alttaki yüzde 20 hayali gayrisafi kişi başı gelirle falan ilgilenmiyor bilesiniz. Çocuğuna okul harçlığı veremeyen babalar, kirasını ödemekten aciz hale gelmiş emekliler, sermayesini yurt dışına taşımakla meşgul üreticiler sizlerden gerçekçi çözümlere dayalı hedefler bekliyor.
İşte faizler… Üreticinin de tüketicinin de belini büküyor. Sayın Cumhurbaşkanı “nas var” demişti. 2003’ten bu yana faizler en yüksek seviyesinde seyrediyor. Faizler yükseldi yükselmesine ama kredi deseniz, bulabilene aşkolsun.
İşte o yüzden yapısal reformlardan söz ediyoruz. Önce somut sorunlara el atacağınızı ilan edin ki ortaya koyduğunuz tablo da inandırıcı olsun!
Adalet, hukuk yerlerde sürünürken, mağdurlara her gün yenileri katılırken, bunların sorunu evrensel normlara uymakla, bağımsız yargıyı inşa etmekle çözülür, yoksa yurt dışından bulacağınız borç paralarla değil.
Ekmek de Onur da Babanın Yüreğinde, Çocuğunun Gözlerinde!
“Ekmek mi onur mu? Ekmek mi özgürlük mü?” sorularının yanıtları bellidir. Ama Allah hiç kimseyi, hiçbir toplumu bu ikilemde bırakmasın. Zira çocuğuna harçlık veremeyen babanın onuru çocuğunun gözlerindedir bunu unutmayın!
Üstelik KHK’larla sivil ölümlere mahkûm ettiğiniz, takipsizlik, beraat almış ya da hiçbir soruşturmadan geçmeden, suçunun ne olduğunu bilmeden medeni ölüler haline getirdiğiniz insanların hem onurları hem de ekmekleri ellerinden alındı. Onlar hakkında tam 142 hak gaspı söz konusu oldu. İçlerinde bu ülkenin yıllarca emek verip yetiştirdiği ve ülkenin ihtiyacı olan insanlar var. Size kimse suçluları yargılamayın demedi. Ama yargısız infazı, mahkeme etmeden haklarında kararlar vermeyi, lekelenmeme hakkının çiğnenmesini kimse hak etmedi. Şimdi aileleriyle birlikte milyonlarca insanın enerjisini tüketmişken, bu toplumun hangi güçle üretime katılmasını bekleyeceksiniz. Onlara umut bahşetmeden nasıl olup da toplumda bir sinerji oluşturacaksınız! Bu konular her açıldığında zanni bilgiler ve hamasi hislerle bozuk plak gibi onları suçlu konumunda görmeye-göstermeye devam eden bir zihniyetle nereye varacaksınız? Mesele her gündeme geldiğinde “Ceza hukuku başka idari hukuk başka” diyerek; beraat etmenin, takipsizlik almanın “suç”u ortadan kaldırmadığını, “irtibat-iltisak” diye bir hukuksuzluğun, “kurum kanaati” denen saçmalığın ardında sığınarak varacağınız hangi hedef olduğunu düşünüyorsunuz? Bakın hâlâ, bir demir perde ülkesi gibi bu konulardaki rakamları, istatistikleri doğru düzgün açıklayamıyorsunuz bile! İcat ettiğiniz OHAL Komisyonu, yıllara sâri bir oyalama komisyonu olmanın ötesine geçemedi. Hâlâ, iade ettiklerinizin bile arşiv takibini yapmaya devam ettiğinizi biliyor o mağdurlar. Yani, lekelediklerinizin peşini bırakmaya bile cesaret edemediğiniz bir sarmal yarattınız.
Peki o gayrisafi milli hasılayı bu insanların mağduriyetleri devam ederken nasıl artıracaksınız? Huzuru, güveni ve haklarını topluma bahşetmeden, çoğulculuğun nimetlerine sarılmadan nasıl ilerleme kaydedebileceğimizi düşünebilirsiniz?
Bunlar postulat haline gelmiş, insanlığın birikimi olan yasalardır. Bu sosyo-politik yasalara, hukuka ve evrensel normlara tabi olmadan insanlara gelecek hayali kurdurabilir misiniz?
Bu olsa olsa, damat Bakan’ın bir zamanlar mucize kabilinden gördüğü “Çin Modeli” denen demokrasisiz, özgürlüksüz, toplumu maraba konumunda gören kalkınma modeliyle mümkün olur! Peki diyelim oldu, o toplumda huzur, güven, mutluluk, empati, karşılıklı saygı ve bütün bunlarla birlikte bir sinerji, bir gelecek umudu oluşur mu?
Her Alanda İrrasyonaliteden Kurtulmak Gerekmiyor mu?
Yeni hükümetinizin topluma verdiği yegâne mesaj “irrasyonel politikalara son vermek” idi. Bu hem geçmiş dönemleri tarihe gömen bir itiraf, hem de aklıselime yaklaşıldığına ilişkin bir umut nişanesi idi. Ama bu sözlerin sadece ekonomi alanında kalması yetmez. Yani sadece iktisadi alanda rasyonalite ile yetinemeyiz. Onun altyapısı hukuktur! Hep altını çizdiğimiz üzere, hatta dünyanın neresinde olursanız olun onsuz olunamayacağını, en temel altyapı umdesi olduğunu biliyoruz hukukun!
Hukuk alanında hangi seviyede olduğumuzu göstermek için basit bir veri paylaşayım. Basit ama çok önemli. Ülkemiz, 2022 rakamlarına göre AİHM’in karar icrası için Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’ne gönderdiği 4.249 karardan 3.750’sini uygulamış. Bu uygulama oranı yüzde 88’e tekabül ediyor.
2021 istatistiklerine göre AİHM’de “En fazla ihlal dosyası” başvurusu olan ülkeler sıralamasında en üstten ikinci durumdayız. Toplam 70.150 başvurunun 15.250’si (yüzde 22) Türkiye’den imiş. Şimdilerde dosyaların daha da kabardığını tahmin etmek zor değil. Bu da içerdeki yargı sürecimizdeki devasa sıkıntıları göstermekte.
Yargıyı, muhalefeti sindirecek bir araç haline getirmek yerine; hukuk devletini anayasal düzenimize hâkim kılmayı, kutuplaşmayı bitirmeyi ve toplumsal barışın yollarını açmayı hedeflemeliyiz.
Yeni anayasa yapma ve buna destek çağrıları yapan iktidarınızı mevcut anayasaya uymaya, ideolojik tutumlardan sıyrılmaya, hukuksuzluklar konusunda nasuh tevbesi yapmaya ve toplumsal iç huzur ve barışın yollarının buralardan geçtiğini kavramaya davet ediyorum.
Yazılı anayasalar kadar önemli olan konu, fertlerin ve grupların devlet karşısında korunmasını salık veren geleneklerimize sahip çıkmaktır!
Adalet Bakanı ve yargı bürokrasisine çağrım; geçmişin jakoben devlet anlayışının dejavulerini bu topluma yaşatmamalarıdır!
Yakın geçmişte bu ülkeye kâbuslar yaşatmaya çalışanlardan daha beter uygulamaları bu topluma reva görmemeleridir.
Aliya’nın meşhur sözünü sizlere hatırlatmak isterim: “Savaş düşmana benzediğinde kaybedilir! Düşmanlarımız bizim öğretmenlerimiz değildir.”
Bizler savaşta da değiliz ve toplumsal kesimlerin kutuplaşmasını “savaş” gibi terimlerle nitelemek doğru değildir. O, bu sözleri savaş ortamında söyledi. Ama bize düşen kıssa şudur: Aliya, savaş ortamında bile adalet ve hukuka riayeti salık verirken, bizler toplumsal ayrışmaları, kültürel farklılıkları, farklı düşünce ve hayat biçimlerini yargı yoluyla cezalandırmayı terk edip bir an evvel toplumsal ve siyasi normalleşmelerin yollarını aramalıyız. Bizim farklı ve adil çözümümüz bu olmalı.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” şiarına bağlı kalmadıkça, huzurlu ve güven içerisinde üreten nesiller inşa edemez; sadece belli sınıflara değil, topluma da katkı yapacak ekonomik atılımları da gerçekleştiremeyiz. Hukuki ve ekonomik öngörülebilirlik olmadıkça sermaye ve finans çekemeyiz, yatırımları artıramayız, istihdamı yükseltemeyiz. Bunların tümü birbirine zincirleme bağlı ve sizler de aslında bunu çok ama çok iyi biliyorsunuz.
Tekraren ifade etmekte fayda mülahaza ediyorum ki; ekonomi ile hukuk ve adaletin bağını, hatta ekonominin üst yapı, hukukunsa onu garantileyen bir altyapı unsuru olduğunu hepimiz bilmekteyiz. O halde ona göre davranmamız gerekmekte.
İşte mesela en son AİHM’in aldığı Yalçınkaya kararları. Biz en üst perdeden, yani Adalet Bakanlığı seviyesinde elan tepkimizi koyduk. Aklımızca kuyruğu dik tutuyoruz ama ülkenin hali içler acısı. Bunlar bizim vatandaşlarımız, yurdum insanları. Madem 2053 hedefleri belirliyoruz o halde artık bu süreçlerden dersler çıkarıp, insanlarımızı AİHM kapılarında süründürmeden ve ciddi maliyetler üretecek olan tazminatlara da maruz kalmadan, doğru bir istikamette ilerlemeliyiz.
Bakın;
Benzer suçlamalara 2 milyondan fazla insanımız maruz kaldı, çeşitli aşamalarda adli işlemlerle yüzleşti.
Aileleriyle yaklaşık 10 milyon insanımız, kardeşimiz, arkadaşımız, tanıdığımız etkilendi.
Bu eko-politik kötü yönetim süreci gerçek suçlarda da bir patlama yaşattı.
Cezaevleri yetmez oldu ve gerçek suçlulara yer kalmadı. Cumhuriyet savcılıklarında sadece 2022 yılında 12.320.073 dosyada 15.665.933 şüpheli ve 20.565.569 suç şüphesi varken bu yükün altından nasıl kalkılır?
Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi hukuk devletinin temelidir ve binlerce yıllık bir geçmişi vardır.
Hukuk güvenliği sağlanmazsa, bunun mağduru sadece adli işlemlerle yüzleşenler değildir. Bir kişi güvende değilse kimsenin güvende olmamasının yanı sıra adaletin tesis edilmediği bir yerde herhangi bir alanda, özellikle ekonomide iyiye gidiş olmaz, tüm toplum dolaylı mağdur olur.
Dolayısıyla;
Mademki kalkınma planları yapıyoruz, o halde bu kalkınma planlarının hukukun siyasi mülahazalarla bypass edildiği, milyonlarca mağdurun yaşadığı bir memlekette başarılı olamayacağını da en iyi 3Y ile mücadele için bu toplumdan vekalet istemiş olanların bilmesi gerekir.
Bakın dost acı söyler. Bir zamanlar yapılan iyi işlerin kaleme alındığı “Sessiz Devrim” diye bir kitapçık vardı hatırlar mısınız? Lütfen o kitaba bir kez daha bakın. Toplumun geniş kesimlerinin de haklı desteğine mazhar olmuş o süreçlerde nelerin yapıldığını, hangi reformların ve açılımların bu ülkeye neler kazandırdığını bir kez daha hatırlayın! Bunlardan geri düşüp neden bu noktalara geldiğimizi de düşünün. Meselelerimizin kişisel değil, sistemik olduğunu kavramak zorundayız. Kişilerin hataları yüzünden zarar görmeyeceğimiz sağlam sistemler kurmakla yükümlüyüz. Elimizde yeterince reçete var. En kötüsünde hâlâ ısrar etmek zorunda değiliz. “Yeni Anayasa” yapmaktan söz etmek önemli değil, o işin mahiyeti önemli. Bu sistemde ısrar mı edeceğiz, onu restore mi edeceğiz yoksa parlamenter demokrasi geleneğimizi ihya mı edeceğiz? Bütün bunları masaya yatırmadan inanın sadece rakamların yer aldığı hayallerle düşüp kalkmaktan kurtulamayız.
Her şeyin altyapısını oluşturan ve yok olduğunda yetişmiş insan unsurumuzu tüketen, birlik ve dirliğimizin yok olmasına sebebiyet veren hukuk meselesinin ve mağduriyetlerin giderilmesi konusunun altını bir kez daha çizmek istiyorum.
İktidar hukuka dönmeyi ekonomiden de, kalkınmadan da öncelikli görmeli. Esas ve gerçekçi çeyrek asırlık, yarım asırlık vizyoner bir zihniyeti o zaman yakalarız.
Yargı üzerindeki şaibeleri de ortadan kaldıracak şekilde acil bir Yargı reformuna ihtiyaç var.
İç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, Anayasamızın, içtihat birikimlerimizin gereklerini yerine getirmek zorundayız.
Yeniden yargılamaların bu kriterler mucibince önünü açmalıyız.
Mağduriyetleri iç hukukta giderelim ki vatandaşlarımız AİHM’lerin kapılarında enerjisini tüketmesin; hiç kimse bir sabah uyandığında mağdur olma korkusu yaşamasın.
Hiçbir yurttaşımız, nitelikli insan kaynağımız yaşadığı ve umutvar olmak için çabaladığı topraklardan uzaklaşmak istemesin.
Hukuksuzluğun bize çok ciddi dolaylı ve direkt maliyetlerini görmek zorundayız. Bunlar katlanılabilir maliyetler değildir. İnsan sermayemizin harcanması bir yana, hem ekonomimize katkı sağlayacak insanlarımızı harcıyoruz hem de ailelerini de eko-politik ve sosyal hayattan tecrit hale getiriyoruz. Ülke kaybediyor. Hukuk karnemiz zedeleniyor ve bunun bize tazminatlar bir yana, ciddi manada iktisadi yükü oluyor. En basit haliyle, zedelenen ve güven vermeyen hukuk sisteminin olduğu bir ülkeye dolar üzerinden yüzde 10’larla borçlanmak düşüyor. İnsan hakları gibi insan onurunu ilgilendiren bir konuda bu hesaplar yapılmaz ama mademki modelleri konuşuyoruz bu gerçeklerle de yüzleşmek durumundayız. Hukukun olmadığı bir modelin zemini de yok demektir!
Toplumsal barış ve huzur da sadece ekonomik kalkınma ile değil, ancak hukukun bihakkın uygulanmasıyla sağlanabilir.