Otantikleştirebildiklerimizden misiniz?

Amerika’nın en eski sözlük yayıncısı Merriam-Webster, yılın sözcüğünü seçti: Otantik. Peki otantiklik arayışı varoluşsal bir ihtiyaç mı, yoksa kendimizi daha önemli göstermek için üzerimize taktığımız eğreti bir maske veya etiket mi?

Yılın en sevdiğim dönemi geldi çattı… Dünyanın en prestijli sözlükleri birbiri ardına “yılın sözcüklerini” ilan ediyor. Çocukluğu Britannica ve Larousse ciltleri arasında mekik dokumakla geçen benim neslim için, sözlük sadece “sözlük” değildir. Başlı başına müthiş gizemli ve öğretici bir dünyaya açılan kapıdır aynı zamanda… O sözlüklerde bir kelimenin asıl ve yan anlamları, deyimler içerisinde kullanılış biçimleri insanın hayal gücünün sınırlarını zorlar, dünyayı algılama biçimini zenginleştirir. 

 

Geçtiğimiz sene “birini, kendi gerçekliğini veya inançlarını sorgular hale gelmesini sağlayacak kadar manipüle etmek” anlamında kullanılan gaslighting kelimesinin popülaritesinin ardından, bu yılın kelimesi, Amerika’nın en eski sözlük yayıncısı Merriam-Webster tarafından “otantik” seçilmiş. Yani kullanıcılar bu sene en çok bu kelimeyi aratmış. 

 

Yayıncı, bunun sebebi olarak, herkesin bu sene yapay zekâ, sosyal medya, kimlik, ünlü olma kültürü gibi konularda sohbetlere ve yazılara maruz kalmasını gösteriyor. Zira yapay zekânın revaçta olmasıyla birlikte artık neyin “gerçek”, neyin “sahte” olduğuna dair çizgi oldukça bulanıklaştı. 

 

Bir öğrencinin ödevini kendi aklı, duyguları, araştırması, yaratıcılığıyla mı yazdığı, yoksa bu işi yapay zekâ platformlarına mı havale ettiği bile artık muamma.

 

Müzik, resim gibi insan dokunuşunun kritik olduğu sanat dallarını bile yapay zekâ habis bir ur gibi sarıvermiş durumda… 

 

Milyonlarca video ve fotoğraf, yapay zekâyla değiştirilip “derin sahte” alanında kullanılıyor. 

 

Dolayısıyla büyük bir “otantiklik krizi” söz konusu. Bir yandan herkes hakikati ararken, bir yandan da büyük bir gerçekçilik ve sahicilik kriziyle karşı karşıyayız. Bu durum, neyin “otantik” olup neyin olmadığı konusunda bizi büyük bir belirsizliğe ve şüphe ortamına sürüklüyor. 

 

Dahası, çevrimiçi mezenformasyon ve dezenformasyon dalgaları sonucunda karşımıza sayısız bot hesap ve yanlış haberleri yayan kişiler çıkıyor. Kişinin ağzından çıkmamış bir söz, gerçekmiş gibi yayılarak itibar suikastları yapılıyor; sözcüklerin ve ifadelerin otantikliğini sorgulayanlar ise ancak ciddi bir dijital okur-yazarlık hassasiyeti olanlar arasından çıkıyor. 

 

Gerçek kişiliği (personality), persona’dan ayırt etmek artık çok zor. Persona’lar üzerinden kişiler, diğerleriyle ve toplumun geneliyle etkileşime geçmek için yeni rollere bürünüp rengarenk ama sahte maskeler takıyorlar. 

 

Halüsinasyon Yaratan Yapay Zekâ 

 

Merriam-Webster ile bir nevi “dayanışma” sergileyen Cambridge Sözlüğü de, yılın sözcüğü olarak “halüsinasyon yaratmak” (halucinate) kelimesini seçti. Çünkü Cambridge’e göre, yapay zekâya yönelik haklı ilgiye rağmen onunla nasıl güvenli ve etkili şekilde etkileşim kurmamız gerektiğini halen “öğrenme” aşamasındayız, zira yapay zekâ henüz mükemmele ulaşmış değil ve onun aracılığıyla yanlış bilgi -halüsinasyonlar- yaratmak ve bu bilgiyi “doğru” olarak sunmak mümkün. 

 

Son olarak, Twitter’ın (yeni ismiyle X) sahibi Elon Musk, “insanların sosyal medyada daha çok otantik olması gerektiğini” söylemişti. 

 

Tüm şarkıların aynı fabrikadan çıkmış bir hale büründüğü bir çağda Taylor Swift gibi şarkıcılar da, “otantik ses”in öneminden sık sık söz etmişler, “otantik hissettirecek biçimde parçalarımı seslendirmek, daha önce bulunmadığım yerlere gidip, festivallerde çalmak istiyorum” ifadelerini kullanmıştı. “Otantik ses” ile kastedilen Pavarotti, Maria Callas, Mariah Carey, Joan Baez, Céline Dion gibi işittiğinizde onlara ait olduğunu fark ettiğiniz, kimsenin kolay kolay taklit edemeyeceği ses türleri… 

 

Reklamlarda “otantik içerikler” ise, hedef kitlesi nezdinde güven inşa etmenin “altın standardı” olarak görülüyor. 2023 Edelman Trust Barometresi’ne göre, tüketicilerin yüzde 63’ü, kendi dünya görüşleriyle ve inanışlarıyla uyumlu, özüne sadık markalardan alışveriş yapıyorlar.  

 

Otantiklik artık bir erdem olmanın ötesinde, insani stratejik bir gereklilik haline geldi. 

 

Öte yandan, özgün fikirlerini savunan, eylemlerini bağlı olduğu parti veya ideolojik aidiyetten bağımsız olarak hak ve hukuk temelli olarak özerk şekilde kurgulayan “otantik” kişiler, yeterince “politik” davranmamakla suçlanabiliyor. Bununla birlikte, bu kişiler, aslında çok daha derinlikli ve güven temelli toplumsal ilişkiler kurabiliyorlar ve etkileşime geçtikleri kişilere de, kendi özlerine uygun şekilde davranabilecekleri bir yaşam modeli olabileceğini gösteriyorlar. 

 

Kısacası; kimileri “kendilerinin gerçek olduğu” iddiasını dört koldan topluma yaymaya çalışırken -kâh yaşam koçları tutarak, kâh sağlıklı beslenerek, kâh doğal yaşamın kollarına kendini atarak- kimileri de bunu gerçek bir sahicilikle ve yapay zekâ başta olmak üzere teknolojik gelişmelerin üzerlerine yüklediği maskelerden arınarak yapıyorlar. 

 

“Kendi Başına Hareket Eden Kişi”

 

Otantikliğe uzun süredir bir dönüş arzusu ve eğilimi var. Hepimiz basmakalıp sözcükler, birbirinin kopyası yaşam tarzları, zihni tutsaklaştıran ideolojiler, izm’ler, tarafgirlikler, Instagram filtreleriyle kendinden başka bir insana bürünmek arasında savrulup giderken, hakikatin çelişkileri, zorlukları, anlaşılmazlığı ve karmaşaları altında kıvrandığımız, estetik ameliyatlarla herkesin yüzünün bir diğerinin aynısı olduğu şu günlerde, otantiklik arayışı varoluşsal bir ihtiyaç mı, yoksa kendimizi daha önemli göstermek için üzerimize taktığımız eğreti bir maske veya etiket mi? 

 

Otantiklikten ne anlıyoruz? TDK’nın tanımına göre otantik, “eskiden beri mevcut olan özelliklerini taşıyan; orijinal” anlamında kullanılıyor. 

 

BeReal adlı mobil uygulamayla kullanıcıların en hazırlıksız oldukları anda fotoğraflarını çekip paylaşmalarını zorlayarak kendi “otantik bireyselliklerini” ortaya koyup o hallerinden utanmamaları mı, yoksa kendi kaynağında kendini sağaltacak ve dış dünyayla daha özgün bir etkileşim kurmasını sağlayacak imkânların peşinden gitmek mi? 

 

Dünyanın dört bir yanında katliamlar yapılırken eğlenceli etkinlikler düzenlemek mi, hayatta hiç tanımadığınız bir çocuğun bir evin enkazı altında can vermesi veya yetim kalması karşısında kalbinizin titremesi midir “otantiklik”? 

 

Sahici gözyaşları, sahici duyarlılıklar, sahici duruşlar karşısında toplum “otantik” kişileri, kendi partisiyle bazen ters düşmek pahasına ilkeleri savunan “otantik” siyasetçileri, toplumsal cinsiyet eşitliğini yücelten “otantik” erkekleri, başörtüsü yüzünden eğitim haklarından mahrum kalan kadınların haklarını evrensel insan haklarına bağlılıkları ışığında savunan “otantik” sekülerleri eleştirmeli mi, yoksa bağrına mı basmalı? 

 

Yoksa özünde insan sevgisi, merhamet, anlayış olan ve bu şekilde büyütülen, aile soyağacında her dinden, mezhepten, kültürden ve eğitim düzeyinden kişiler olmasının da verdiği çok-kültürlülük içerisinde yoğrulan birey, toplumdaki gelgitler, dahil olunan sosyal çevreler ve ülkeyi çepeçevre bir deli gömleği misali saran kutuplaşmalar sonucunda kendinden olmayanı ötekileştiren, insanların anadilinde şarkı söylemesine, kendi istediği gibi giyinmesine, kendi geleneklerine bağlı yaşamasına kadar karşı çıkan, üstelik bu itirazlarını öfke, kin ve nefret diliyle harmanlayan birine dönüşmüşse, bu iki kişiden hangisi “otantik”, hangisi “sahte” olur? 

 

Bu sorulara verilecek yanıtlar bile özünde kişinin kendisine biçtiği “otantikliğin” çerçevesini çizecek. 

 

Otantiklik, kişinin yaşamının yazarı ve öznesi olması, kendi yaşam amacını yerine getirirken özgünlüğünü yitirmemesi, kendini arama yolculuğunda kendisiyle karşılaşması ve yaşamına -taklit ettiği kişilerin ve taktığı maskelerin değil- kendi biricik ayak izini bırakmasıdır. 

 

“Kusur Benim İmzamdır” 

 

Bir kişi “otantik” ise, kendi özgün hayatının, kendi yazdığı senaryonun oyuncusu ve yönetmenidir. Özerktir. Sahici toplumsal ilişkiler kurduğu için güvenilirdir. 

 

İhsan Oktay Anar’ın o güçlü ifadesindeki gibi, “Kusur benim imzamdır. Bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı” diyebilendir. 

 

Kendini sahteleştirmek yerine kendi gerçek kimliğini keşfe dalabilendir. Yaşlılığıyla da, kavisli burnuyla da, gözaltı torbalarıyla da, kilosuyla da, şivesiyle de, siyasi yelpazede kendi değerleriyle uyumlu olarak kurguladığı konumuyla da barışıktır. 

 

Bir evin mutfağı kadar somut ve canlı, bir kumsaldaki irili ufaklı çakıl taşları kadar sahicidir. 

 

Bu özgün benliğinde kendine ait hayalleri, kendine ait mücadeleleri vardır. İstediği zaman kendi özgün benliğine dönebilir; tüm kırılganlıkları, kusurları, zaafları, başarıları ve başarısızlıkları, eksileri ve artılarıyla… Çünkü o kendi bireyselliğinin gücünü taktığı maskelerden veya yapay zekâ desteklerinden değil, kendi biricik gücünden veya güçsüzlüğünden alır. Örneğin insan hakları ve demokrasiden yana bir tutum almışsa kendi özü, hangi ortama girerse girsin, o özünün dışına çıkmaz, eğrilip bükülmez, çünkü diğer türlü kendi benliğine karşı çıkmış olur. 

 

Yılın sözcüğü “otantik”… Bir süredir de bir yaşam performansı olarak “moda akımlar” arasına girmiş durumda. “Daha otantik” görünmek için yaşam koçlarına her ay oluk oluk para akıtanlar da cabası… Ancak kişinin otantikliğini keşfetmesi, kendi biricikliğinin içinde kendi değerini bulması ve özgün karakteriyle dünyaya ayak izini basması upuzun bir yolculuk ve emeğin ürünü… Ve bazı kesimlerin türlü zenginlikler, toplumsal prestij ve siyasi nüfuz elde etmek için değerlerinden saptığı bir “otantiklik düşmanı” çağda, bu sadece “moda yaşam tarzları” üzerinden okunmayacak kadar katmanlı bir konu…

 

Aile İçinden Çocuk Meclislerine

 

Peki otantikliği gökte ararken yerde bulmak mümkün mü? Atılacak küçük adımlar elbette var… Çocukların aile içinde alınan kararlardan yerel çocuk meclislerine dek katılım hakkını kullanmalarını ya da okullarda kendi yaşantılarını etkileyen kararlarda söz hakkı almalarını sağlamak, tam da toplumu oluşturan bireylerin otantikliğini ortaya çıkarmak için atılabilecek bir adım. Çünkü çocuk böylelikle “Ben kimim?”, “Kendi yaşamımın yazarı olabilir miyim?”, “Alınan kararlarda benim de biricik izim olabilir mi?” sorularını bizzat “sahada” deneyimlemiş oluyor. Toplumun her düzeyinde alınan kararların, o kararlardan etkilenen bireylerin beklentileri ve değerleriyle uyumlu olması, o toplumu çok daha sahici ve güvenilir kılar. 

 

Benzer şekilde, medyadan toplumsal ilişkilere, üniversitelerden siyasi partilere dek, tüm bireylerin kendi otantiklik unsurlarını keşfetmeleri, bunlara sıkı sıkıya kenetlenmeleri ve toplumda sahiciliği aşılamaları da yine kendilerinden alacakları güçle mümkün… İnsanın yaşamındaki kusurlarıyla, yüzündeki kırışıklıklarla, hayatındaki aksaklıklarla barışması ve toplumda “Ben de varım, ama en saf halimle!” demesi mümkün… 

 

Kişinin yüzde100 otantik olması ise zor bir uğraş. Ancak şimdiden değerlerimiz, hedeflerimiz, yaşam performansımız üzerinden kendi otantikliğimizi yeniden düşündüğümüzde ve kurguladığımızda, toplumsal ilişkilerimizden siyasi duruşumuza dek aldığımız kararlar ve iletişim yöntemlerimizde otantikliği öncelediğimizde, toplum da bizler de çok daha sahici, güven telkin eden ve özüne sadık bir noktaya varabileceğiz. 

 

Peki siz kendinizi yeterince “otantik” buluyor musunuz?

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.