Putin’in Yanlış Hesabı

Putin ABD ve Avrupa’nın birlikte hareket edemeyeceğini, enerjide Rusya’ya bağımlı olan AB Üyeleri’nin esaslı bir karşılık veremeyeceğini, Ukrayna ordusunun Zelenski’ye karşı darbe yapacağını, Ukrayna halkının direnemeyeceğini varsaydı ve fena halde yanıldı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bir kilometre taşı. Soğuk Savaş sonrası dönemin sona erdiğini ve henüz tanımlayamayacağımız yeni bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz.

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı Soğuk Savaş sonrası dönemi sona erdirirken Avrupa’yı uzun süredir içinde bulunduğu rehavetten uyandırdı. Rusya’nın harekâtı; planlama, komuta-kontrol ve ikmal alanlarında çeşitli zafiyetlerle başlarken Ukrayna hiç kimsenin beklemediği etkinlikte bir direnç sergiledi. Rusya şu ana kadar kaydadeğer bir başarı elde edemediyse de, bu durum yanıltıcı olabilir. Ortaya çıkacak siyasi ve ekonomik faturayı ödemeye hazır olduğu sürece, daha önce Grozni’de ve Halep’te örnekleri görüldüğü üzere, olağanüstü sivil kayıplara ve yıkıma yol açmak pahasına da olsa Rusya, Kiev dahil Ukrayna’nın doğusunu ve hatta gerekli görmesi durumunda Ukrayna’nın tamamını ele geçirebilir.

 

Öte yandan Rusya bu savaşı çoktan kaybetti. 2 Mart Salı günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınayan yasa tasarısı Türkiye dahil 141 üye devletin oyu ile kabul edilirken 35 üye devlet çekimser kaldı. Tasarıya karşı sadece Rusya’nın kendisi, Kuzey Kore, Beyaz Rusya, Suriye ve Eritre ret oyu kullandı. ABD ve AB başta olmak üzere bir çok ülke veya ülke grubu, Rusya’ya yönelik ağır yaptırımları devreye soktu. İsviçre bile dış politikasının temel direği olan tarafsızlığı bir tarafa bırakarak bu yaptırımlara katıldı. Birçok Avrupa ülkesi Ukrayna’ya yönelik askeri yardıma başladı. Kendi tarihi nedeniyle ordusunun gücünü kasıtlı olarak sınırlı tutan Almanya, savunma harcamalarını NATO’nun kabul ettiği hedefler doğrultusunda milli gelirinin %2’sinin üzerine çıkararak Avrupa’nın jeopolitik haritasına geri döndü.

 

Ukrayna’nın Milli Uyanışı

 

Hepsinden daha önemlisi Ukrayna’da bir milli uyanış yaşandı. Putin’in Ukrayna diye bir millet olmadığı, Ukrayna devletinin ise Lenin ve Stalin tarafından yaratıldığı iddiası hakaret amaçlı olsa da yakın zamana kadar Rus ve Ukrayna toplumları birbirine gerçekten çok yakındı. Ukrayna’da, özellikle Kırım ve Donbas’ta Rusça konuşan ciddi bir nüfus olmasının yanı sıra Ukraynaca konuşanların bir bölümü de Rusya’ya daha fazla sempati besliyordu. Bir anlamda bir millet-iki devlet durumu vardı. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı bu durumu da değiştirdi ve Ukrayna kimliğini güçlendirdi.

 

Birlemiş Milletler’deki oylamanın da gösterdiği gibi Rusya, Ukrayna’ya saldırması konusunda pek kimseyi ikna edemedi, zira hiç bir geçerli gerekçesi yok. Putin’in gerekçelerinden en önemlisi Ukrayna’nın NATO üyeliğine başvurmuş olması, zaten 2008’de Gürcistan’a da aynı gerekçe ile saldırmıştı. 1991’den sonraki NATO genişlemesinin ne kadar doğru bir politika olduğu Amerika ve Avrupa’da da bir tartışma konusu ve bu tartışmanın ana hatlarına 5 Şubat 2022 tarihinde Perspektif’te yayımlanan “Batı-Rusya Gerilimi: Tarih Tekerrür mü Ediyor?” başlıklı yazımda yer vermiştim. Ancak bağımsız ve egemen birer devlet olan Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine başvurma hakkı ve NATO Konseyi’nin de uygun görmesi durumunda onları üyeliğe kabul etme hakkının tartışılacak bir yanı yok. Nitekim Rusya’nın bağımsız ve egemen devletlerin kararları üzerinde bir veto hakkı da yok.

 

Putin’in Çekoslovakyalılaştırma Arzusu

 

Ancak belli ki Putin böyle olsun istiyor. Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nazi işgalinden “kurtardığı” ülkeler üzerinde kurduğu nüfuz alanını kendi çevresindeki ülkeler üzerinde yeniden tesis etmek istiyor. Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanından ne anladığına dair iyi bir örnek 1968 yılındaki Prag Baharı’dır. 1968 yılında Alexander Dubcek liderliğindeki Çekoslovakya Hükümeti bir dizi ekonomik ve demokratik reforma imza attı. Sovyetler Birliği bu reformlar karşılığında ağır silahlarla donatılmış 500 bin kişilik bir ordu ile Çekoslovakya’yı işgal etti ve reformlardan önceki düzeni zorla yeniden tesis etti. İşte Putin, Ukrayna’yı ve çevresindeki diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerini Çekoslovakyalılaştırmak istiyor.

 

Putin’in bir iddiası ise Ukrayna hükümetinin Donbas bölgesinde anadili Rusça olan Ukrayna vatandaşlarına yönelik ayrımcılık yaptığı. Oysa 2014’ten beri Donbas, Rusya yanlısı ayrılıkçıların kontrolünde. Ukrayna’nın oradaki Rusça konuşan azınlığa ayrımcılık yapması şöyle dursun bir yaptırım gücü bile yok. Kaldı ki bu söylem dünyadaki barış ve istikrar adına başlı başına bir tehlike. Bu söylemi gerçek kabul edecek olsak, gücü yeten her ülke soydaşlarına sahip çıkmak iddiası ile başka bir ülkeyi işgal edebilir.

 

Putin’in bir iddiası da Ukrayna hükümetinde neo-Nazi eğilimlerinin olduğu. Her ülkede olduğu gibi Ukrayna’da da ırkçılar ve diğer marjinal gruplar var. Öte yandan Putin’in neo-Nazi eğilimleri taşıyor dediği Ukrayna hükümetinin başındaki Volodomir Zelenski, dedeleri Nazilere karşı savaşmış bir Yahudi.

 

Öte yandan kırk dereden su taşıyıp Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasını meşrulaştırmaya çalışanlar bizim ülkemizde de mevcut. Bunların bir bölümü Putin’in kleptokratik Rusya’sını Komünist Rusya’nın devamı varsayan ideolojik yaklaşımlar ve yine Soğuk Savaş dönemine dayanan ideolojik NATO karşıtlığı. Ancak bir de bunu aşan bir ABD karşıtlığı var ki bu çok daha yaygın ve derin. Kökleri de Soğuk Savaş dönemine değil, Soğuk Savaş sonrası ve özellikle 11 Eylül sonrası Amerikan dış politikasına dayanıyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünyadaki tek süper güç olarak kalan ABD kimi zaman terörle mücadele etmek, kimi zaman da demokrasi götürmek gerekçesiyle bir dizi askeri müdahalede bulundu. Bir bölümü uluslararası hukuku da göz ardı ederek yapılan bu müdahaleler büyük insan kaybına, istikrarsızlığa ve Türkiye de dahil bazı ülkeler için yeni güvenlik tehditlerine yol açtı. Bu müdahaleler ABD’ye milyarlarca dolara mal oldu, binlerce Amerikan askeri hayatını kaybetti ve ABD kalıcı bir sonuç elde edemedi. Amerika’nın askeri müdahale politikası sadece Avrupa’da değil, Amerika’da da yoğun olarak eleştirildi. ABD Başkanı Biden geçtiğimiz Ağustos’ta Afganistan’dan çekilme kararını açıklarken “Bu karar sadece Afganistan’la ilgili değildir. Başka ülkeleri yeniden şekillendirmek için gerçekleştirilen büyük askeri harekatlar döneminin sona ermesi ile ilgilidir” sözleriyle bu dönemin kapandığını ilan etti. Biden’ın sözleri ile “Başka ülkeleri yeniden şekillendirmek için gerçekleştirilen büyük askeri harekâtlar dönemi” yanlıştı ancak bu yanlış Putin’in Rusya’sının saldırganlığını meşru kılmaz.

 

Savaşlar genellikle taraflardan birisinin hesap hatası ile çıkar. Rusya, Ukrayna sınırlarına büyük bir askeri yığınak yaparken birçok kişi Ukrayna’nın hesap hatası yaptığını öne sürdü. “Komedyen” Zelenski Putin’in taleplerini göz ardı ederek halkını felakete sürüklemişti ve halkı da zaten böyle bir komedyeni seçerek başına gelecekleri hak etmişti. Ancak gelinen noktada hesap hatasını Putin’in yaptığı anlaşılıyor. Putin Afganistan’dan çekilerek “zaaf sergilemiş” Biden’ın güçlü bir liderlik sergileyemeyeceğini, birbirine karşı güvensizliği gittikçe artan ABD ve Avrupa’nın birlikte hareket edemeyeceğini, enerjide Rusya’ya bağımlı olan AB Üyeleri’nin Rusya’ya esaslı bir karşılık veremeyeceğini, Ukrayna ordusunun savaşmak yerine Zelenski’ye karşı darbe yapacağını, Ukrayna halkının da direnecek gücü kendinde bulamayacağını varsaydı ve fena halde yanıldı.

 

Ekonomik Yıpratma Savaşı

 

Bir diktatör olan Putin zayıflık gösteremez, aksi takdirde koltuğu tehlikeye girer. Dolayısıyla maliyeti ne olursa Ukrayna’ya istilasını zaferle sonuçlandırmak zorunda ve kısa vadede bunu sağlayacak askeri gücü bulunuyor. Çeçenistan Savaşı ve Suriye’deki operasyonları, hedefe ulaşmak için şehirleri ortadan kaldırmaktan ve büyük sivil kayıplara yol açmaktan çekinmeyeceğini de gösteriyor. Dolayısıyla şu andaki manzara ne olursa olsun Rusya  önümüzdeki haftalarda Kiev dahil Ukrayna’nın doğusunu ve gerekli görürse ülkenin tamamını istila ederek gücünü gösterebilir. Ancak böylece savaşın ikinci bölümü başlamış olur: Ukrayna’yı destekleyen ülkelerle Rusya arasında geçecek olan ekonomik yıpratma savaşı.

 

Rusya askeri bir dev olabilir ancak ekonomik olarak ortalama bir ülke. Geliri büyük ölçüde doğal kaynaklara dayalı Rusya’nın nüfusunun büyüklüğüne rağmen toplam milli geliri İtalya’dan düşük. ABD’nin, AB’nin ve diğer gelişmiş ülkelerin devreye soktukları yaptırımları kararlılıkla sürdürmeleri durumunda Rusya’nın ekonomisinin daha da zayıflayacağı aşikâr. Rus halkı tarihsel hafızalarının bir sonucu olarak güvenlikleri karşılığında özgürlüklerinden ve refahlarından çok ciddi taviz verebiliyorlar. Ancak kimsenin güvenliklerini tehdit etmediği de ortada. Böyle bir yıpratma savaşı Putin rejimi için hiç beklemediği büyük bir sorun haline gelebilir. Putin yönetimi bu durumun farkında olduğu için nükleer savaştan ve Üçüncü Dünya Savaşı’ndan söz ederek caydırıcılık oluşturmaya çalışıyor.

 

Denge Politikası: Nereye Kadar?

 

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması karşısında en çok gündem yaratan yaklaşımlardan birisini de Türkiye sergiledi. Soğuk Savaş sırasında bile sınırlı da olsa ekonomik işbirliğini sürdürebilen Türkiye ve Rusya, Soğuk Savaş sonrasında rekabetçi işbirliği olarak da anılan bir ilişki modeli geliştirdi. İki komşu ülke Suriye’de, Libya’da, Güney Kafkasya’da aktif çatışmaların zıt taraflarında yer aldı. 2015 yılında bir Rus keşif uçağının Türk hava sahasında düşürülmesi ve 2020 yılında Rus hava saldırısı sonucu 33 Türk askerinin şehit olması örneklerinde olduğu gibi hadiseler yaşansa da ekonomik alanda işbirliğini sürdürebildiler ve güvenlik konularında diyalog kanallarını açık tuttular. Üstüne üstlük Türkiye, müttefiklerinin kuvvetli itirazlarına rağmen yaptırımları da göze alarak Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri aldı. Türkiye’nin Rusya’ya enerji, tahıl ve turizm alanlarında değişen oranlarda bağımlılığı bulunuyor. Üstelik Türkiye’nin NATO müttefikleri ile ilişkileri problemli; ABD’nin açık, bazı Avrupa ülkelerinin örtülü yaptırımı altında bulunuyor. Böyle bir ortamda Türkiye’nin Rusya’nın karşısında pozisyon alması beklenmiyordu. Bunun içindir ki realite böyle olmasa da hâlâ Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna arasındaki denge politikasından bahsediliyor.

 

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıya başlamasının öncesinde Türkiye gerçekten de itidalli bir tutum sergiledi, her iki ülkeye de sağduyu çağrısı yaptı ve arabuluculuk önerdi. Öte yandan saldırı başladığı an, Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere devlet ve hükümet yetkilileri ve Dış İşleri Bakanlığı bu durumu kabul edilemez bulduklarını açıkladılar. Ukrayna’nın başvurusu sonrasında Türkiye Montrö Sözleşmesi’nin verdiği yetki ile Boğazları savaş gemilerine kapattı. Ukrayna Türkiye’den daha önce teslim almış olduğu Bayraktar TB2 SİHA’ları (Silahlı İnsansız Hava Aracı) etkinlikle kullanıyor. Türkiye, çatışmalar devam ederken yeni SİHA teslimatı yaptı ve 2 Mart Salı günü BM’de yapılan oylamada Türkiye de Rusya’yı kınayan ülkeler arasında yer aldı. Bütün bunların yanı sıra Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş “Bizler kim tarafından yapılırsa yapılsın ve kime karşı işlenirse işlensin her türlü zulmün ve haksızlığın karşısındayız” sözleriyle Rusya’nın istilasını zulüm ve haksızlık olarak nitelemiş oldu ki şahsen bu demecin resmi politikadan bağımsız olabileceğini düşünmüyorum.

 

Öte yandan Türkiye’nin ABD ve AB’nin öncülük ettiği yaptırımlara katılmaması Batı’da eleştiri konusu oldu, olmaya da devam edecek. Türkiye’nin bu yaklaşımının dört sebebi var. Öncelikle genel olarak yaptırım politikasına sıcak bakmıyor, bu politikanın zararının yararından fazla olduğuna inanıyor. İkincisi, geçmişte Irak ve İran gibi ülkelere uygulanan yaptırımlardan büyük ekonomik zarar gördü, bunun tekrarlanmasını istemiyor. Üçüncüsü, ABD zaten tek taraflı bir kararla yaptırım uyguluyor, ancak AB de yaptırım paketini oluştururken Türkiye ile istişare etmedi, zira böyle bir mekanizma bulunmuyor. Ne kadar etkili oldu bilmem ama Türkiye’nin S-400 krizinin ve Doğu Akdeniz’deki gerilimlerin sonucu olarak ABD’nin doğrudan bazı Avrupa ülkelerinin örtülü yaptırımı altında olduğunu da unutmamak lazım.

 

Sonuç olarak Türkiye, Ukrayna ve Rusya arasında denge gözetmiyor, ancak Ukrayna’ya verdiği destek ve Rusya’ya gösterdiği tepkide kendi ulusal çıkarlarını göz ardı etmeyen dengeli ve ölçülü bir tutum takınıyor diyebiliriz ki olması gereken de bu.

 

Adı Konmamış Yeni Dönem

 

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı öyle sıradan bir gelişme değil, bir kilometre taşı. Soğuk Savaş sonrası dönemin sona erdiğini ve henüz tanımlayamayacağımız yeni bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. Bu yeni döneme girerken bütün ülkeler uluslararası sistemi ve bu sistem içinde kendi konumlarını yeniden gözden geçirecekler ve bu konuda Türkiye de bir istisna değil. Rusya’nın bölgede yarattığı gerilim bir yandan Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırırken öte yandan NATO içindeki konumunu da güçlendiriyor. Suriye ve Libya gibi geçmişte Türkiye ve diğer NATO müttefikleri arasında ihtilafa yol açan alanlarda işbirliği olanaklarını artırıyor.

 

Bu yazıyı kötümser bir ruh hali içinde yazdım ve Putin’in Rusya’sının Ukrayna’nın önemli bir bölümünü ele geçirmeden savaşı sona erdiremeyeceğini, bunun için de büyük bir yıkıma yol açacağını varsaydım ama böyle olmak zorunda değil. Umarım bu konuda da ben yanılıyorumdur ve bu savaş Ukrayna halkı ve çatışmaya katılmak zorunda olan Rus askerleri daha fazla acı çekmeden sona erer. Şartlar göz önünde bulundurulunca fazlasıyla klişe ve naifçe algılanabilir ama diplomatik çözüm için asla çok geç değildir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.