Trump Kaybedince Türkiye de Kaybetmiş Oldu mu?

Biden yönetiminin yaklaşım ve politikalarının ABD-Türkiye ilişkisini zorlaması beklenebilir. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da özellikle Batılı ülkelerden gelen eleştirilere karşı çok müsamahakâr olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Ankara ve Washington arasında daha çok Erdoğan ve Avrupalı liderler arasında görülene benzer söz düellolarına hazır olmalıyız.

Trump Kaybedince Türkiye de Kaybetmiş Oldu mu

Bu yazının kaleme alındığı saatlerde ABD Başkanlık Seçimleri henüz sonuçlanmış, Demokrat Parti adayı Joe Biden %50,6 oyla 290 delege kazanarak ABD’nin 46. Başkanı seçilmişti. Mevcut ABD Başkanı Donald Trump ise kendisini rakibi Biden’ın 10 puan gerisinde gösteren anket firmalarını bir kez daha ters köşeye yatırmış; %47,7 oy ve 214 delege ile seçimi kaybetmiş ancak seçim sonuçlarını henüz kabul etmemişti. Trump kampı, seçim sonuçlarına mahkemelerde itiraz edeceğini belirtse de itirazların veya yeniden sayımın sonucu değiştirmesi beklenmiyordu.

 

Bu seçimin tarihe geçirecek sonuçlardan birisi de seçime katılım oranıydı. Birkaç on yıldır ABD’de yapılan seçimlerde katılım oranı %50 ve %60 arasında seyrederken bu seçimde oranın %70’i geçmiş olduğu tahmin ediliyor. Katılım oranının yüksek olması sonucunda Trump, kazandığı 2016 seçiminde aldığı yaklaşık 63 milyon oya karşın bu seçimde 70 milyonu geçmişti. Biden ise tarihi bir rekor kırmış ve 75 milyondan fazla oy almıştı. Katılımın yüksek olmasının sebebi bir yandan erken oy ile mektupla oy imkanları ve erken oy kullanmayı teşvik eden kampanyalar, öte yandan seçimin Biden’ın Twitter mesajlarında sıkça kullandığı gibi Amerika’nın ruhu için mücadeleye dönüşmüş olmasıydı.

 

Seçim sonucunun en büyük sürprizi Trump’ın kaybetmiş olsa da oylarını artırmayı başarmasıydı. Hem de daha bir kaç ay önce ülkeyi kasıp kavurmuş olan George Floyd protestolarına ve Covid-19 salgınını bütün objektif kriterlere göre çok kötü yönetmiş olmasına rağmen. Bu sonuç bize seçmenlerin sadece politikacıların programlarına ve performanslarına bakarak değil öncelikle kimliklerine göre oy kullandıklarını bir kez daha hatırlattı.

 

Birçok yorumcunun Trump’a zarar vereceğini düşündüğü George Floyd protestoları muhtemelen kutuplaştırmayı artırarak Trump’ın oy kaybının önüne geçti. Biden’ın, seçimi Amerika’nın ruhu için mücadele adı altında kültür savaşına dönüştürmesinin de benzer bir rolü olduğu düşünülebilir. Buna rağmen Biden bir kazanan kimlik grupları koalisyonu oluşturarak ipi önde göğüslemeyi başardı. Trump kampı her ne kadar seçimin çalındığı ve adeta hiç bir şey olmamışsa da mutlaka bir şey olduğu iddiası ile sonuçlara itiraz etse de bu söylem ve girişimlerin sonucu değiştirmesi ihtimali oldukça düşük. Hatta Trump’ın seçime hile karıştı söylemi 2024 Başkanlık Seçimi kampanyasının başlangıcı ve o zamana kadar yapacağı muhalefetin zemini olarak da görülebilir. Her halükarda “kaybeden” (loser) ifadesini en büyük hakaret olarak gören ve sıkça kullanan bir siyasetçinin kaybetmeyi kolaylıkla hazmetmesi beklenemezdi.

 

[İlgili Okuma:Trumpsız Trumpizm Mümkün mü?]

 

ABD Başkanlık seçimlerinin bizi neden ilgilendirdiğini uzun uzun açıklamaya gerek yok. ABD halen dünyanın tek süper gücü ve ABD başkanlarının aldıkları kararlar bütün dünyayı yakından ilgilendiriyor. Keza, 46. ABD Başkanı’nın uygulayacağı parasal ve mali politikalar, bölgemizdeki ülkelerle ve diğer aktörlerle ilişkileri, ABD’nin askeri gücünü özellikle bölgemizde nasıl kullanacağı veya kullanmayacağı ve hepsinden önemlisi ülkemize yönelik yaklaşımı -uzun zamandır gündemde olan Halk Bankası’na ceza ve Rusya’dan aldığı S-400 sistemleri sonucu Türkiye’ye yaptırım uygulayıp uygulamayacağı- Türkiye’nin güvenliği ve refahı açısından oldukça önemli konular.

 

Biden Döneminde Türkiye-ABD İlişkileri

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar bloğunun Biden’ın seçilmesinin daha olası göründüğü bir dönemde bile açıkça Trump’ı desteklemeleri, Biden’ın seçilmesinin Türkiye, iktidar bloğu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkarları açısından kötü olacağını düşündüklerini gösteriyor. O zaman başlıktaki soruyu soralım: Trump kaybedince Türkiye de kaybetmiş oldu mu? Peki Trump kaybedince iktidar bloğu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan kaybetmiş oldu mu? Doğrusu her iki soruya da evet cevabı vermek için yeterince sebep olsa da sonucun ne olacağı biraz da Erdoğan yönetiminin alacağı kararlara bağlı. Önce Biden yönetiminin Türkiye ve Erdoğan yönetimi için yaratacağı zorluklara bakalım.

 

Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan mevcut ABD Başkanı Trump’ın en iyi kişisel ilişki kurduğu liderlerden birisiydi. Bu ilişki her iki liderin ulusal ve kişisel çıkar hesaplarının bir sonucu olsa da ortada gerçek ve samimi bir sıcaklığın olduğunu gözden kaçırmak imkansızdı. Trump-Erdoğan ilişkisi dört yıldır Türkiye’yi, Washington’da Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı yükselen öfkeden büyük ölçüde korudu.

 

Pastör Brunson krizini bir yana bırakacak olursak Trump, Türkiye’ye yönelik yaptırım yasalarını engelledi ve Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’na zımnen yeşil ışık yaktı. Erdoğan ise Trump’ın bazı Müslüman ülkelere vize yasağı, İsrail Büyükelçiliği’nin Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi Türkiye’nin muarızlarına destek vermesi gibi konularda kendisinden duymaya alıştığımızın aksine çok düşük perdeden tepki verdi.

 

Biden yönetiminde böyle bir ilişki modelinin olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Her iki lider de birbirlerine duydukları antipatiyi kamuoyu önünde dile getirdiler. Dahası Erdoğan ABD’deki Demokrat Parti’nin kendisini koltuğundan etmek istediğinden şüpheleniyor ve Biden, Erdoğan’ın bu şüphesini New York Times’a verdiği bir röportajda teyit etmiş oldu.

 

Kaldı ki Biden’ın siyaset yapma ve yönetme tarzı Trump’ınkinden çok farklı. Kurumlara ve yerleşik kurallara önem veren Biden’ın Türkiye’yi ve Erdoğan’ı kurumsal Amerika’nın hışmından korumak için çaba sarf etmesi sürpriz olur. Dolayısıyla Ankara’nın gerek Halk Bankası konusunda gerek CAATSA konusunda kötü haberlere hazır olmasında fayda var.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

Tabi kişisel ilişkiler sadece iki devlet başkanı ile sınırlı olmayacak. 78 yaşındaki Biden’ın yaşı gereği her şeyi kontrol etmek yerine güçlü bakanlar atayarak onları yetkilendirmesi bekleniyor. Ayrıca kurumsal yaklaşımın yeniden önem kazanacağı bu dönemde bakanlar bir yana müsteşarların, müsteşar yardımcılarının ve hatta daha alt seviyedeki bürokratların yaklaşımları ve kararları önem taşıyacak. Bu görevlere kimlerin geleceğini bilmesek de bir çoğunun Obama dönemi bürokratlarının arasından seçileceği tahmin edebilir. Erdoğan yönetiminin Obama dönemini açıkça günah keçisi ilan etmiş olması bir yana göreve gelecek bazı kişilerle ilişkilerin hasmane olması Türkiye’nin başını ağrıtacak. Öte yandan ABD’de yeniden kurumlar ön plana çıkıp yukarıdan aşağıya yetkilendirme yaşanırken Türkiye’de yönetimin merkezileşmesi ve kişiselleşmesi iletişim sorunlarına yol açabilecek.

 

[İlgili Okuma: Trump Kaybetti, ABD 2016’ya Döndü!]

 

Biden yönetiminin yaklaşım ve politikalarının da ABD-Türkiye ilişkisini zorlaması beklenebilir. Trump ne kadar demokrasi, insan hakları gibi konuları zaman kaybı olarak görüyorsa Biden da bu konulara o kadar öncelik veriyor. Dolayısıyla Biden’ın ülkemizde demokrasi ve insan hakları alanında son yıllarda hız kazanmış gerileme konusunda selefi Trump gibi kayıtsız kalması beklenemez. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da özellikle batılı ülkelerden gelen eleştirilere karşı çok müsamahakâr olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Ankara ve Washington arasında daha çok Erdoğan ve Avrupalı liderler arasında görülene benzer söz düellolarına hazır olmalıyız. Tabi söz düellosu deyip geçememek lazım zira bu tartışmalar son kertede ikili ilişkilere oldukça zarar veriyor.

 

ABD’nin Bölgesel İlişkilerindeki Olası Değişimler ve Türkiye

 

Biden’ın Trump’tan farkını ortaya koymak için çaba sarf edeceği bir alan da Avrupa ile ilişkiler. ABD’nin Avrupa ülkeleri ile ilişkilerini yeniden rayına oturtmak isteyen Biden’ın bir çok konuda ve bu arada Türkiye’ye yaklaşım konusunda da Avrupa ile yakınlaşması olası. AB-Türkiye ilişkilerinin mevcut durumunu göz önünde bulundurursak, bu da Türkiye için çok iyi bir haber değil.

 

Biden yönetiminin dış politikada öncelik verdiği konulardan birisi de Trump’ın fazlasıyla müsamahakâr davrandığını düşündüğü Rusya’ya karşı daha sağlam bir duruş sergilemek. Dolayısıyla Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının devam etmesi durumunda selefi Trump gibi kayıtsız kalması beklenemez.

 

Bu arada ABD-PYD/YPG işbirliğinin Biden’ın Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı Obama yönetimi döneminde başlamış olduğunu da unutmamak lazım. Biden’ın kendisi bir yana, ABD-PYD/YPG ilişkisinde doğrudan rol oynamış Obama dönemi bürokratlarının bir bölümünün yeniden göreve gelmeleri de sürpriz olmaz. Bu durumda ABD ve Türkiye arasında PYD-YPG üzerinden yaşanan gerilimin yeniden gündeme gelmesi olması.

 

Belki de yukarıda sayılan risklerin hepsinden daha önemli olanı ise kendisini gerçekleştiren kehanet olasılığı. Kendisini gerçekleştiren kehanet, bir kişinin gerçekleşmesinden korktuğu şeylerin, bunların gerçekleşeceğine inandığı için gerçekleşmesine verilen isimdir. Başta Yunan mitolojisi olmak üzere bir çok eski kültürde yer alan bu kavram belki de Biden-Erdoğan ilişkisine dair en önemli riske işaret ediyor. Her iki lider de ilişkilerinin kötü olacağına inandığı için diğer bütün faktörlerden bağımsız olarak ilişkilerini daha en baştan olumsuz bir kısır döngüye sokma riskini taşıyorlar.

 

Öte yandan bu risklerin bir çoğu yönetilebilir ve hatta bertaraf edilebilir. Amerikalıların deyişiyle “başkan ofisi şekillendirmez, ofis başkanı şekillendirir”, dolayısıyla Başkan Biden’ın başkan adayı Biden’dan çok farklı olmasını bekleyebiliriz. Biden, Oval Ofis’teki masasına oturduğu zaman önünde çetrefil sorunlardan oluşan uzun bir liste olacak. Eğer Türkiye’yi bu listeden çıkarmak için bir perspektif varsa, Biden bu fırsatı kaçırmak istemeyecektir. Dahası Türkiye; Rusya, İran, Irak, Suriye gibi bir çok konuda ABD’nin politikalarına ilişkin kolaylaştırıcı ve zorlaştırıcı bir rol oynama kapasitesine sahip ve dolayısıyla Amerikan çıkarları açısından önemli bir ABD müttefiki. Bu yüzden Biden yönetiminin öncelikle ilişkilerin en azından yönetilebilir bir duruma gelmesi için zemin yoklaması beklenebilir.

 

Tabi ilişkilerin yönetilebilir duruma gelmesi için Türkiye’nin bazı konularda politika değişikliğine gitmesi gerekecektir. Bu konuların başında Rusya’dan alınmış olan S-400 lere ilişkin bir çözüm geliştirmek geliyor ve bu konu aciliyet taşıyor.

 

ABD Kongresi’nin Aralık’ta yürürlüğe sokması beklenen 2021 yılı Savunma Bakanlığı Bütçesi’nde, geçen sene olduğu gibi Başkan’a Türkiye’ye yönelik olarak CAATSA çerçevesinde yaptırım uygulaması çağrısının yapılması bekleniyor. Bu sırada ABD Başkanı hala Trump olacak ve muhtemelen geçen sene olduğu gibi Savunma Bakanlığı Bütçesi’ndeki bu maddeyi görmezden gelecek.

 

Öte yandan kısa süre sonra koltuğa oturması beklenen Biden’ın CAATSA yasasını, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’nın görüşünü ve Kongre’nin bu konudaki iradesini göz ardı etmesi olasılığı oldukça zayıf. Dolayısıyla Türkiye’nin S-400’ler konusunda ABD açısından da kabul edilebilir bir çözüm arayışına açık olduğu sinyalini vermemesi durumunda Biden-Erdoğan ilişkisi CAATSA yaptırımları ile başlayabilir. Öte yandan Türkiye’nin S-400’leri rafa kaldırması, ki bu işin ciddi bir finansal boyutu olduğu için ABD’nin desteğini gerektirecektir, Biden dönemi ABD-Türkiye ilişkisi çok olumlu bir şekilde de başlayabilir.

 

Gelişmeleri belirlemek biraz da Türkiye’nin elinde.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.