Eğitimin Zor İkilemi: Gelecek mi Korona mı?
Her türlü fedakarlığı yaparak bir an önce okulları açmalıyız. Çocuğun üstün yararı ilkesi ve eğitim hakkı ilkesini dikkate alarak, bu ülkenin çocuklarına daha sağlıklı, mutlu ve refah dolu hayat sunmak için okulları açmalıyız. Eğer ekonomik gerekçeler isterseniz, zaten nitelikli bir işgücüne sahip olmak ve eğitimsel eşitsizlikleri azaltmak için okulları açmalıyız. En temel politika önceliği olarak okulların açılmasını belirlemeliyiz.
Koronavirüsün (Covid-19) Mart ayında Türkiye’de görülmesinin ve pandemi kısıtlamalarının başlamasının üzerinden dokuz ayı aşkın bir süre geçti. Haziran ayından itibaren başlayan normalleşme döneminde, eğitim hariç her sektör Türkiye’de normalleşme sürecini tecrübe etti. Alınan tedbirlerle birlikte yaz aylarında oteller, cafe ve restoranlar, pazar yerleri, AVM’ler, ibadet yerleri gibi toplu etkileşime sahne olan hizmet dalları faaliyetlerine devam etti. Okul öncesi kurumlar ise haziran ayından itibaren kapılarını açtı.
Ancak Eylül’den itibaren faaliyet dönemi başlayan okullar ise sadece bazı sınıf düzeylerinde haftanın iki günü yüz yüze eğitime geçti. Kasım ayından itibaren vaka ve hasta sayılarının artması ile birlikte Türkiye çapında tekrar kısıtlamalar uygulanmaya başlanınca faaliyetleri ilk ve en çok kısıtlanan sektör yine eğitim kurumları oldu. Okul öncesi eğitim hariç tüm düzeylerde yüz yüze eğitime ara verme kararı alındı.
Hatta haziran ayından itibaren gayet başarılı ve sorunsuz bir şekilde faaliyetlerini yürüttüğü Milli Eğitim Bakanı tarafından da ifade edilen okullar da bu süreçte tekrar kapatıldı. Açıkçası geçen dokuz aylık süreçte normalleşmeyi yaşamayan tek sektör, eğitim sektörü ve Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı kurumlardır. Hatta, Haziran itibariyle Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı okul öncesi kurumlar hiç kapanmadan faaliyetlerini sürdürürken, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel ve kamu öncesi kurumları için birçok kez kapatılma kararı alındı. Kimi zaman alınan karar aynı gün iptal edildi, bir süre sonra iptal edilip tekrar açıldı ya da özel okul öncesi kurumlar açıldı ama kamu okul öncesi kurumları kısmen açıldı. Gelinen noktada, anasınıfı hariç tüm eğitim veren anaokullarının açık olmasına ve okulların dönem sonu olan 22 Ocak 2021 tarihine kadar uzaktan eğitim ile devam etmesine, ara tatilin ise üç haftaya çıkarılarak 15 Şubat’ta başlamasına karar verildi.
Uzaktan eğitim ve ara tatilinin uzatılmasının anlamı, 13 Mart’ta çocukların en son okulda olduğu dikkate alındığında en az 11 ay boyunca öğrenciler okullardan, yüz yüze eğitimden, akranlarından uzakta kalacaklarıdır. Okulların açık olduğu dönemde çocukların zaten kısmi olarak okullara gittiği, bazı sınıfların ise hiç gitmediği dikkate alındığında ve 15 Şubat’ta normalleşme sürecine geçildiği varsayıldığında bile bir yıldır okula gitmeyen öğrencilerin nasıl motive olarak okullara gideceği gerçekten merak konusudur. Açıkçası, mevcut politikalar ve Bakanlığın okulları açma konusundaki çekingen tavrı dikkate alındığında 15 Şubat, okulların açılması için iyimser bir tarih olacaktır.
Peki Dünyada Okullar Açık mı?
Aralık sonu itibarıyla Batı dünyasında okullar 2-3 haftalık Noel tatili sürecine girecekler. Bu tarihten öncesi olan 15 Aralık tarihi itibarıyla dünyada sadece 27 ülkede, Avrupa’da ise sadece Polonya, Çekya, Yunanistan ve Bulgaristan’da okullar ülke çapında kapalıdır. Buradaki kritik husus, bu ülkelerde okulların Eylül ve Ekim aylarında yüz yüze eğitim için açık olmasıydı. Daha net bir ifade ile Mart ayıdan beri okullarını tam zamanlı olarak eğitime açmayan tek ülke Türkiye’dir. Hatta, 11 ay süreyle çocukları okullarda yüz yüze eğitime dahil etme kararı almayan tek ülkenin Türkiye olduğu/olacağı görülmektedir.
Perspektif’te de yayınlanan yazılardan da izlenebileceği gibi özellikle Avrupa ülkeleri, en önemli politika önceliği olarak okulları açık tutmayı hedeflemiştir. Avrupalı liderler okulların açılması gerektiğini vurgularken basitçe bir beşerî sermaye, ailelerin çalışması vb. gibi gerekçelerle değil, “çocuk ve gençlerin geleceğini bu hastalığa kurban etmeme”, çocukların akademik ve duygusal gelişimine zarar vermeme, okul ve kreşlerin kapatılmasının “dramatik toplumsal sonuçlara” neden olmaması ve çocuklar için bir hak olan eğitimin en iyi ortamının akranları ile sınıfta olma olduğu gibi gerekçelerle savunmuştur.
[İlgili Okuma: Avrupa Yeni Tecrit Uygulamalarına Rağmen Neden Okulları Açık Tutuyor?]
Daha önce, bu sitede yayımlanan yazılarımda okulları kapatmanın ve uzaktan eğitimin çocuklar üzerindeki etkilerinden bahsettiğimden dolayı burada tekrarlamayacağım. Ayrıca daha ayrıntılı olarak okulların kapanmasının olumsuz etkilerini ele alan
makalelere de bakabilirsiniz.
[İlgili Okuma: Pandemi Sonrası Dünyada ve Türkiye’de Eğitim]
Kısaca söylemek gerekirse, okulların kapalı olmasının özellikle küçük çocuklarda sosyal, duygusal ve psikolojik etkileri çok derindir. Öğrenme kayıpları ya da çalışan ebeveynler ya da sağlık sektöründe çalışanların çocuklarının bakımı gibi hususlar ciddi manada önemlidir. Daha önemlisi akranlarından ve eğitimden mahrum bırakılmış çocukların yaşadıkları sosyal, duygusal ve psikolojik zorluklardır.
[İlgili Okuma: Okullar Yüz Yüze Eğitime Açılmalı mı?]
Okullar Neden Açılmıyor?
Türkiye’de az sayıda tıp doktoru ve eğitimciden oluşan küçük bir grup haricinde, okulların açılmaması konusunda geniş bir toplumsal mutabakatın olduğu görülmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı, öğretmenler, eğitim sendikaları, bilim kurulu, tıp doktorları, Sağlık Bakanlığı dahil olmak üzere okulları kapalı tutma konusunda geniş bir toplumsal uzlaşı vardır.
Millî Eğitim Bakanı daha önce yaptığı açıklamalarda kreşlerde ve okul öncesinde sürecin çok başarılı bir şekilde yürütüldüğünü belirtmesine rağmen, okul öncesi kurumların da kapatılmasına izin vermiştir. Bilim kurulu üyeleri ise AVM ya da spor salonlarının kapatılması konusunda bir ifade kullanmaz iken okulları virüsün yayıldığı yerler olarak tanımlayıp kapatılmasını isteyen açıklamalarda bulunmuşlardır. İlaveten bazı eğitim sendikaları, ‘okullarda vaka var’ açıklamaları ile okulların kapanması için yoğun bir çaba içinde olmuşlardır. Ebeveynlerden de okulların açılması konusunda özel bir talebin olmadığı, yapılan bazı araştırmalarda okulların kapalı olmasına yönelik yüksek düzeyde bir olumsuz tutumun olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan okulların açılmasını isteyenler ve kamuoyunu bu yönde bilgilendirmeye çalışanlar ise oldukça az sayıdaki tıp doktoru ve eğitimcilerden oluşan küçük bir kesimdir.
Daha açık bir ifade ile ne öğretmenler, öğretmen sendikaları, eğitim üzerine çalışan kuruluşlar, ne eğitim fakülteleri ya da sosyal medyada ve kamuoyunda etkili birçok eğitim fakültesi hocası, bakan ve bakanlık bürokrasisi ne de bilim kurulu okulların açılmasına yönelik bir talep içinde değildir.
Okulların açılmasını istemeyen bu büyük kitlenin gerekçesi ve argümanları nelerdir?
Çok açık ve net söyleyebiliriz ki, elde somut bir delil bulunmamaktadır. Okulların kapanması istenirken ya da okullar kapatılırken bilim kurulu, Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıkları ve bürokrasisi hangi veri analizini yaptılar? Öğretmenlerde görülen vakaların kaçı okul kaynaklı olarak bulaşmıştır? Haziran’dan beri açık olan kreşlerde kaç çocukta ve ailesinde, okul çalışanlarında ve öğretmenlerinde kreşlerden kaynaklı olarak kaç vaka görülmüştür? Çocuk, ebeveyn ya da öğretmende vaka çıktığında bu otomatik olarak okuldan çıktığı anlamına gelmemesine rağmen, bir ya da birkaç okuldaki vakalar üzerinden tüm ülkedeki okulların kapatılmasını talep etmek eğitim açısından makul müdür? Herhangi bir kurumda bir vaka çıktığında kurum taşra teşkilatı ile birlikte kapatılıyor mu? Eğer kapatılmıyorsa, okullar neden kapatılıyor? Maalesef bu sorulara şimdiye kadar açık ve net bir cevap verilmemiştir.
Okulların Açılmasını İsteyenlerin Argümanları
İlk olarak mart ayından beri UNICEF, UNESCO, Dünya Bankası, Dünya Gıda Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşlar okulların kapalı olmasının çocuklar ve toplum için yüksek maliyeti olduğunu, ilk ve en önemli çabanın çocukların ve öğretmenlerin sağlık ve güvenliğini sağlayarak okulları açmak olması gerektiğini birçok rapor, çalışma ve yazılarla kamuoyuna sunmuşlardır.
İkinci olarak, dünyadaki ülkelerin okulları açma ve kapalı tutma politikalarını incelediğimizde temel önceliğin okulların açılması olduğu, vaka sayılarının en yüksek düzeye eriştiği süreçte dahi, diğer bütün sektörlere kısıtlamalar getirilirken çocukların refahı, mutluluğu ve duygusal gelişimi adına okulları açık tutma politikası yürüttükleri görülmektedir.
[İlgili Okuma: Ülkeler Salgın Önlemlerinde Eğitime Ne Derece Öncelik Veriyor?]
Üçüncü olarak, ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Başkanı yaptığı açıklamalarda pandeminin hiçbir döneminde okulların kapanmasını tavsiye etmediklerini hatta eldeki geniş araştırma sonuçlarına göre okulların çocuklar için en güvenli yerlerden biri olduğunu ifade etmiştir. İlaveten, ABD Ulusal Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü Direktörü Anthony S. Fauci de benzer şekilde okulların hastalığın yayılması için önemli bir yer olmadığını, çocuklar arasında yayılımın düşük olduğunu ifade edip, “barları kapatın, okulları açık tutun” tavsiyesinde bulunmuştur.
Dördüncü olarak, Science gibi dergilerde çıkan araştırmalar, özellikle küçük yaş grubu çocuklar için okulların açılmasının bir sorun oluşturmadığını göstermektedir.
[İlgili Okuma: COVID-19 Sırasında Okulları Yeniden Açmak]
Okulları Bir An Önce Açmalıyız
Bakanlığın verilerine göre 12 milyon öğrenci EBA’dan faydalanmış ve öğrencilerin üçte ikisi cep telefonu ile sisteme erişmiştir. Bu veri şu anlama gelmektedir: Cep telefonu üzerinden sisteme erişenlerin nasıl bir güçlük yaşadığını dikkate almasak dahi yaklaşık 6 milyon öğrenci eğitime erişememiş durumdadır. Daha açık bir ifade ile öğrencileri uzaktan eğitime mahkûm ettiğimizde çocukların en temel hakkı olan eğitim hakkını ellerinden alıyoruz. Okulların kapalı kalması ile çocukların en temel hakkının ihlal edildiği dikkate alındığında, çocuk hakları konusunda çalışanların okulların yüz yüze eğitime açılması konusunda kamuoyu oluşturmak için daha etkin çalışmaları gerekmektedir.
Okulların açılması gerektiğini savunan orta sınıf azınlık sadece kendi çocuklarının refahı ve mutluluğu için değil, tüm ülkenin çocukları için bu talepte bulunmaktadır. Zaten okulların açılmasını talep eden azınlık her halükârda kendi çocuklarının eksikliklerini kapatacak finansal, fiziki, teknolojik ve beşerî kaynağa sahiptir. Mesele, sadece kendi çocuğumuz meselesi değil, bu ülkenin çocukları ve çocukların geleceğidir.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Okul öncesi ve ilkokul kademesinden başlayarak salgının bölgesel ve yerel seyrini dikkate alarak okulları açmak politika önceliği olmalıdır. Salgının etkisinin daha az olduğu ve çocukların internet bağlantısına erişmekte güçlük çektiği kırsal bölgelerde okulların açılması öncelenmelidir. Tüm ülke çapında değil, salgının seyrine göre yerelden alınan kararlarla bir sınıf ya da okul kapatılmalıdır.
Son olarak çocukların hem şimdi hem de gelecekteki refahı ve mutluluğu için ebeveynlerin ve ilgili eğitim otoritelerinin gereken sorumluluğu alması gerekmektedir. Hannah Arendt, “Eğitimdeki Buhran” makalesinde çocuk sahibi olan yetişkinlerin ve onları eğitme sorumluluğunu üstlenen eğitimcilerin bu sorumluluğu almak zorunda olduğunu belirtir. Çünkü, çocuk tanışık olmadığı bir dünyanın içine doğmakta ve orayı tanımaya çalışmaktadır. Bu süreçte çocuklar yetişkinlerin rehberliğine ihtiyaç duymaktadır. Yetişkinler ve eğitimciler bu dünyayı çocuklara tanıtmak ve çocukların bu dünyaya daha rahat uyum sağlamalarını sağlamak için gerekli sorumluluğu almalıdır.
Her türlü fedakarlığı yaparak bir an önce okulları açmalıyız. Çocuğun üstün yararı ilkesi ve eğitim hakkı ilkesini dikkate alarak, bu ülkenin çocuklarına daha sağlıklı, mutlu ve refah dolu hayat sunmak için okulları açmalıyız. Eğer ekonomik gerekçeler isterseniz, zaten nitelikli bir işgücüne sahip olmak ve eğitimsel eşitsizlikleri azaltmak için okulları açmalıyız. En temel politika önceliği olarak okulların açılmasını belirlemeliyiz.