Şarkısını Söyleyen “Kurt Kadın”: Sezen Aksu

Dil yetmeyince, göz görmeyince, gönül hissetmeyince o zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz diyen Sezen Aksu bana kurt kemiklerini toplayan La Loba’yı anımsatıyor. Bu toprakların türkülerindeki, şarkılarındaki, şiirlerindeki kelimeleri yıllardır kazıyor, topluyor, biriktiriyor. En çok da kadınların kurumuş acılarını, yaslarını, sevinçlerini, aşklarını dinliyor. Kadınların yitik kelimelerini derliyor. Kelimeleri birbirlerine ekliyor, üzerine şarkısını söylüyor.

O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz. Sezen Aksu 40 yıldır şarkı söylüyor. Israrla, pes etmeden, cesurca kendi şarkısını söyleyen sanatçıyı ve şarkılarını vahşi kadın arketipinin bir dışavurumu olarak okumak mümkün mü? Sezen Aksu sırtını çok yaşlı bir kadına yaslamış, onu dinliyor olabilir mi?

 

Clarissa P.Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar’da herkesin gönülden bildiği fakat çok az insanın gördüğü gizli bir yerde yaşayan yaşlı bir kadının varlığını anlatır. La Loba diye adlandırılan bu kadının işi kemik toplamaktır. Özellikle dünyada kaybolma tehlikesinde olanları toplar, korur, saklar. Mağarası farklı çöl hayvanlarının kemikleriyle doludur ama uzmanlık alanı kurtlardır. La Loba, topladıkları kemiklerden bir iskeleti yeniden kurduğunda ateşin yanına geçer ve hangi şarkıyı söyleyeceğini düşünür. Şarkısına karar verdiğinde, iskeletin yanında durur, kollarını kaldırır ve şarkı söylemeye başlar. O anda kurdun kaburga kemikleri, bacak kemikleri ete kemiğe bürünmeye başlar ve yaratık kürkle kaplanır. La Loba şarkı söylemeye devam eder ve yaratığın bedeni iyice belirmeye başlar, kuyruğu kabarık ve güçlü bir şekilde yukarıya kıvrılır. La Loba daha çok şarkı söyler ve kurt yaratık nefes alıp vermeye başlar. Kadın şarkısını öyle derinden söyler ki, çölün zemini sallanır ve o şarkı söyledikçe kurt gözlerini açar, ayağa fırlar ve kanyona doğru koşarak gözden kaybolur. Koşunun bir yerinde kurt, kahkahalar atan bir kadına dönüşür.

 

Şarkılarda Yeniden Yaşamaya Başlayan Kadınlar

 

Dil yetmeyince, göz görmeyince, gönül hissetmeyince o zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz diyen Sezen Aksu bana kurt kemiklerini toplayan La Loba’yı anımsatıyor. Bu toprakların türkülerindeki, şarkılarındaki, şiirlerindeki kelimeleri yıllardır kazıyor, topluyor, biriktiriyor. En çok da kadınların kurumuş acılarını, yaslarını, sevinçlerini, aşklarını dinliyor. Kadınların yitik kelimelerini derliyor. Kelimeleri birbirlerine ekliyor, üzerine şarkısını söylüyor. La Loba’dan farklı olarak şarkısının tınılarını da kadim bestelerden, makamlardan, ağıtlardan, ninnilerden, türkülerden devşiriyor. Bu sayede pek çok acı ruh ve beden buluyor, kadınlar yeniden canlanıyor ve bu şarkılarda yaşamaya başlıyorlar. Biz hepimiz onun şarkılarını kuruyan kemiklerimizi hayata döndürmek ve zorlaşan hayata karşı devam edebilmek için çığlık çığlığa söylüyoruz ve yüreğimizin yükü hafifliyor.

 

Estés’in derinlikli incelemesine kulak verdikçe Sezen Aksu, La Loba’ya yaslı kahkahalar atan bir kurt kadın imgesine iyice oturuyor. Estés, kadın ve kurtların doğasının benzerliğini şöyle sıralıyor: Kesin bir duyarlılık, oyuncu bir ruh ve yoğun bir kendini adama kapasitesi.

 

Vahşi kadınının daha etraflıca tanımı ise şöyle: Vahşi kadın dişil ruhtur. Ondan daha fazlasıdır. Dişiliğin kaynağıdır. İçgüdüyle, saklı olanla ilgilidir. Hepimiz ondan hayatımız için gerekli içgüdü ve bilgileri içeren ışıltılı hücreyi alırız. “O hayat/ölüm/hayat kuvvetidir, yaşatma gücüdür, kuluçkadır. Sezgidir, uzağı görendir, derin dinleyicidir, sadık yürektir… sezgilerin, düşlerin, tutkuların, şiirin dilidir.”

 

Ünzile’yi söyleyen de “Beni kategorize etme” diyen de aşklarını en kesif haliyle bize anlatan da aynı kadın. Anaçlığıyla hepimizi farklarımızı silen bir frekansta sarıyor. Şarkılarıyla bizi yıllardır emziriyor bu dişi kurt. Derin dinleyici haliyle Hem çocuk hem de kadın. On ikisinde ana. Bir gül gibi al ve narin. Bir su gibi saydam ve sakin. Susa[n] kadın Ünzile’nin hikâyesini, o hikâyenin geçmişte ve gelecekteki tüm benzerlerinin silinmez bir ağıdına ve isyanına dönüştürülebiliyor.

 

Dahası diyor Estés; “Kurtlar ve kadınlar, doğaları, araştırıcılıkları, dayanıklılıkları ve büyük bir güce sahip olmaları bakımından yakın akrabadırlar. Sezgileri çok güçlüdür; yavruları, eşleri ve sürüleriyle yoğun bir biçimde ilgilenirler. Sürekli değişen koşullara uyum sağlamakta deneyimlidirler; tuttuklarını koparmalarının yanında çok da cesurdurlar.”

 

Aksu da belki pek çok başka güçlü kurt kadın gibi bu satırlardaki özellikleri neredeyse birebir taşıyor. Onun benzerliğini perçinleyen bir nüans daha var. “Sezgileri güçlüdür” cümlesinde ister istemez duraklıyorum. Sezen’in isminin de onun kader çizgisinde nasıl ilerleyeceğini gösteren bir işarete dönüştüğünü görmek gülümsetiyor.

 

Sezgi bir kadının psişesinin hazinesidir diyor, Estés. Sözlükte sezgi kelimesi; bilginin, duyuların, düşünce, akıl ve akıl yürütmelerin yardımı olmaksızın ve hiçbir delile ihtiyaç duyulmadan birdenbire şüphe ve tereddüde yer verilmeyecek şekilde elde edilmesine karşılık geliyor. Bu yanıyla sezginin, vicdana yaklaştığını düşünüyorum. Vicdan Arapça kökenli bir kelime; Fransızcada la conscience, dişil bir kelime. Sezgiyi ve vicdanı kadınla, dişil ruhla birlikte düşünebilmenin yollarını açıyor bu bilgi.

 

Sussan Olmuyor, Susmasan Olmaz…

 

Vicdan haksızlık karşısında ses çıkarabilmekle eşleşiyor; yöneticilerin, gücün karşısında her şartta, sezgisel olarak ulaşılan o derin doğruyu dillendirebilmeye denk düşüyor. “Hâkim Bey” şarkısı bu bağlamda hatırlanabilir. Dönemler, zamanlar üstü bir sesleniş; yasa yapıcıya, yasayı düzgün işletmeyene bir karşı çıkış. Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” sözlerine denk. Belki de bu topraklarda saklı o haykırışı, kurumaya yüz tutmuş bir dili kurumuş kelimeler gibi bulup yeniden can verme isteği. Yasakların kimlere nasıl uygulandığı muammasına, sözün yasaklanmasına karşı duruş: Şikâyetim var cümle yasaktan, dillerimi hâkim bey bağlasan durmaz… Fikrim firarda, mapusa sığmaz, eyvah. Şarkısını her daim söyleyen dişi kurdun sesi: Sussan olmuyor, susmasan olmaz.

 

Ve diğer kadınların, sesleri kısılmış, susturulmuş kadınların sesi olmaya çalışan bir dişi kurt. Okutulmayan küçük kız çocuklarına uzatılan anaç, dişil bir el. Şöyle diyordu Kardelen albümü çıktığında: “Bütün çocuklar eşit doğar. Ama yaşam kimine daha iyi davranır, daha çok şans tanır. Eşitlik bozulur. Yaşamın herkes için eşitlenmesi insanın en kutsal amacıdır. Önce insani, sonra toplumsal sorumlulukla elini taşın altına koyanların, koymaya hazır olanların en değerli mücadelesi budur. Ve bütün büyük dönüşümler, hayata vicdan gözüyle bakan böyle insanların gücüyle gerçekleşir. Kızlarımızı okutalım. Kızlarımız geleceğimizdir. Geleceğini yönetmek isteyenler adaleti eşit dağıtmanın vazgeçilmezliğini bilirler.”

 

Şarkıda kızlara, kardelenlere dağın olayım, suyun olayım, göğün olayım aç diyen, sen yoksan ben hiçim diyen bir dişil ruhun sesi duyuluyor. Küçük kızların dönüşüm hikâyesi, geleceği sanki yine derinden, toprağın altında saklı bir güçten alınacaktır: Her çiçeğin kar altından güneşe giden masalında yaşamak yeniden tazelenir, yeniden anlamlanır diyordu şarkıda. Kız çocuklarının, kadınların çölü titreten sarsan uyanışına atıfla.

 

Bu derin seziş, vicdanla harmanlanmış coşkulu isyanı taşıyan vahşi kadın arketipinin çok tutarlı ve uyumlu olması da beklenemez. Estés’e göre, “Davranış biçimi olarak tutarlılık, vahşi kadın için olanaksız bir durumdur, çünkü onun gücü, değişime uyum sağlaması, yeniliği, dans etmesi, uluması, hırlaması, derin içgüdüsel hayatı, yaratıcı ateşidir.”

 

Öyle demiyor mu Sezen Aksu: Uyumlu faniler bana uyumsuz derler, delirttiniz beni ey ehven-i şerler, uzlaşırsam namerdim ateşe verseler. Ya da başka bir şarkısında, kaldırımlar arasında, aykırı açan çiçektim… Belki şimdilerde epey unutulan Tempo şarkısında o dans eden, hırlayan ve genel algıyla uyuşmayan dişi kurdun yansımaları vardır yine:

 

Diyorlar ki bize eninde sonunda hayat herkesi kuzulaştırırmış. Döve döve yola getirirmiş sonunda mutlaka uzlaştırırmış. Onların hiç aklı yok muymuş ha. Tekmili toptan salak mıymış? Baş kaldırmak sadece. Hayatı büsbütün zorlaştırırmış. Bizi de dövsün hayat, bizi de yorsun varsın. Geciktirirler ancak durduramazlar. Geleceğe akar zaman, korkan yerinde saysın. Bütün boşluklara sızar yeninin gücü azar azar. Bıkmadan, usanmadan, yaş alırken yaşlanmadan. Pas tutmadan, yas tutmadan. Eğilmeden, bükülmeden, ezmeden, ezilmeden, kin tutmadan, kül yutmadan tempo, tempo, tempo, tempo, tempo… Forte, forte…

 

Gerçi bu uyumsuzluklarda da tutarlı bir yan vardır elbette. Estés bu tutarlılığın, “Tekbiçimlilik yoluyla değil, ama vahşi kadının yaratıcı hayatı yoluyla; tutarlı algıları, çabuk kavrayışı, esnekliği ve becerikliliği yoluyla” sağlandığını söyler.

 

Sezen Aksu’nun aykırılığı da kendi içerisinde bir tutarlılık taşıyor mutlaka. Kurtlar ve kadınlar nesilleri tükenene kadar avlanıyorlar. Sezen kin tutmadan, eril düşmanlara karşı sözünü söylüyor. Hem onun sesi bir gün mutlaka bazı savaşları durduracaktır. Belki durdurmuştur da; tıpkı Muhsin Kızılkaya’nın “Bir Şarkılık Ömür” isimli hikâyesinde Gülümse şarkısını duyan birinin tetiği çekmeye ara vermesi gibi. “Küçük kadının sesi her şeye baskın geliyor” diyordu hikâye…

 

Küçük kadının, nam-ı diğer Minik Serçe’nin dişi bir kurt olarak anılmaya başlanmasının zamanı gelmedi mi? Sen beni sezemezsin. Dilimi ezemezsin. Nereye baksam acı. Nereye baksam acı. Kim yolcu kim hancı. Dur bakalım… Beni öldüremezsin. Sesim, sazım, sözüm var benim. Ben derken ben herkesim diyen bir kadın olsa olsa sezgilerinin gücüne yaslanan kurt kadın La Loba’dır.[1]

 

[1] Bu yazı 9 Şubat 2022’de Fikir Coğrafyası YouTube kanalında Hatice Bildirici ile yaptığımız “Şâhâne Bir Uyumsuz: Sezen” isimli programda nüveleri geçen noktaları genişletmek isteğiyle kaleme alınmıştır.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.